31 Aralık 2012 Pazartesi

Benim Adım 13 / 2013 ;)



Yeni yıl bana ne getirsin...?
farklı yerleri gezmek demiştim bir zamanlar ve farkında olanlarınız vardır her sene mübarek jumper gibi bir ordayım bir burdayım oyun hamuru gibiyim...huyum kurusun :P
Zaman geçiyor huyunu suyunu bildiklerim, huyu suyu kuruyasıcılar he bir de ben merkezciler...Ve bunu fark edemiyorsanız size aynaya bakmanızı tavsiye ederim...O kırışıklıklar illa yüzünüzde olacak diye bir kanun ya da teorem yok...Kısmi kısmi mahrem bölgeleriniz pörsümeye başlamış olabilir mesela değil mi :P
Tamam, tamam rahat bıraktım özelinizi, güzelinizi, sözelinizi :)) artık bu kadar dobra olmayacağım yeni yılla beraber karar aldım...biraz susmanın zamanı geldi hahahahahaha...yediniz mi lan :) ?
Herşey bir yana zaman gerçekten geçiyor...Bundan yıllar önce yılbaşlarında ne yapalım diye planlar yapan ben şimdi sevgilisi bilgisayar başına otursa da böyle ormantik bir şekilde canlı yayında yeni yıla girsek diyorum ama nedense GMT olayını hesaba katmamışım...öyle olsa sevgilim benden önce girecek yeni yıla ben de böyle möö möö bakıp duracağım : ) o yüzden bu planı kaldırıp çöpe atıyorum...Hoş geçen sene de ailemin yeni yılını bir saat erken kutlamıştım...valla şu yeni yıl sayesinde ülkeler arası saat farkını iyice kavradım astronomik seyir falan gerek yokmuş? Teşekkür ederim yuvarlak dünya he bir de 360 adet boylam, enlemler zaten ne boka yaradı ki pozisyonumu vermekten başka bunca yıl...Saygı değer USA ana merkezi kapamazsa onu da GPS yapıyor zaten...dedim size astronomik seyir şimdilik bi işe yaramıyor :)) ama büyük ayı ile küçük ayının farkını anlıyorum en azından...anladın mı sayın gizli okuyucu ? artık karıştırmıyorsun değil mi büyük ayı ile küçük ayıyı :))
Neyse, benim amacım ciddi aslında bu yazıyı yazarken...hem ne gerek var böyle dantel entel oya işlerden bahsetmeye...internet çıktı mertlik bozuldu..di mi google amca ?
Yeni yıl bana umut getirsin...umudumu kaybedersem herşeyimi kaybederim diye düşünüyorum...ve biraz huzur getirsin...bunca yıl saçma sapan sorunlarla uğraşarak bu yaşa getirdiğim benliğim daha fazlasını kaldırmaz diye korkmuyor değilim...diğer herkes her sene bir bir yaşlanırken ben on on atlıyormuşum gibi hissediyorum..kısacası kedinin makatını gördüm bişi sandım modu bunun da farkındayım ama olsun...ateş düştüğü yeri yakıyor...bir de meteor düştüğü yeri yakıyor bakınız dinazorlar çağı..bakınız jurassic park...bakınız Spielberg :P
Ben artık "leyleği hava da görmek" deyimini yunusu, deniz anasını, balinayı ( ki zordur) bir de cam gözü deniz de gördüm diyorum...hoş herkese de nasip olmuyor bunu da biliyorum...
Geçen sene Almanya Bremerhaven merkez de Final Countdown ile girdiğim yeni yıla bu yıl hangi koşullarda gireceğime dair bir ipucum yok...ama şunun farkındayım geçen sene yanımda olan ama bu sene yanımda olmayan çok insan var...zaman geçip giderken böyle insanların yakasına da oltayı bi takıyor bir bakmışsın herkes mafi ( arapça yok demek)...
Ben bu sene yeni yıldan eli kolu dolu dolu gelmesini beklemek gibi bir saçmalık yapıyorum...dedim ya umut...Gitmeyenleri tutsun yanımda yeni yıl...Ailemi tutsun yanımda ne kadar onları bu mesleği seçerek kendimden uzaklaştırmış olsam da...he bir de aşkımı tutsun yanımda ( karar aldım yüzünü görmeden elini tutmadan sevdiğim demeyeceğim) önceleri çok tükettik bu cümlenin anlamını daha fazlasına gerek yok...
Yeni yıl hepinize para falan getirmesin arkadaşım...ilk önce mutluluk iste...bugüne kadar hep parayı istedik yalan olduk...şimdi özelden genele varıp bir farklılık yapalım değil mi...
Her son olarak da...şu mayaların haline çok acıyorum...bildiğin makat oldular yaa...onların yüzüne 2013 e giremeyeceğiz diye plan da yapmadık...böyle kaldık ortada...kınıyorum...iki elim yakanızda mayacıklar...meğer annemin poğaçaya koyduğu maya daha tutarlıymış...
Bu sene yeni yıla İskoçya da gitmek nasip oldu...bakalım hayat bize şans vermeye devam ederse gelecek senelerde nerede gireceğiz...zaten fotolaru koyarım ben dayanımıyorum...fotomaniac oldum çıktım...
seviyorum sizi uşaklar...
kim ve ne olduğunuzu bilmesem bile...
mutlu yıllar

16 Ekim 2012 Salı

içimden geldi...

"Uzaklaşmış olmak bilesin ki sadece dağlarla, yollarla, denizlerle tarif edilir
Bir kalbin başka bir kalpten uzak düşmesi bütün aşk kurallarına aykırıdır..."

Ben mesafeleri gözlerine ibret olsun diye döktüm aramıza 
bensizliğin her katmanında 
benli saniyeleri sindiremedin diye bu yalnızlık...

cümleleri seslerinden sıyırıp koydum karşına 
çıplak olması gerekiyordu dürüstlüğün 
savunmasız bıraktım yaşanılan ne varsa
anılara yükleyip sıyırdığım sesleri
aldım başımı gittim
yüreğinden öteye deyip 
yüreğimin kırıklarında kanadım...



4 Ekim 2012 Perşembe

Ortaya karışık önsöz :)) Glasgow2

Zamanın akıp geçmesinden hiç şikayetimiz olmaması yanında, buraya alışmış olmanın verdiği bir aitlik duygusu kapladı sanırım içimizi...Herkes artık kalkıp işine gücüne bakıyor, ders çalışıyor, muhabbet ediyor, planlar yapıyor ve burada olduğumuz her dakikanın keyfini sürmeye çalışıyoruz.
BİZ GLASGOWdayız...İskoçya'nın belki en güzel şehirlerinden biri...İnsanlarının bir o kadar soğuk havaya rağmen bize sıcak dolu kucaklar açtığı William Wallace'ın toprakları...
Aslında ikinci yazımı yazmak için bekleyecektim birazcık ama aranızda o kadar çok psikolojik baskı yapanlar oldu ki dayanamadım ve şöyle resimsiz de olsa ufak çaplı bişicikler paylaşayım sizinle dedim :)
Buraya gelmek için yola çıkan 6 yoldaşız diyebilirim ben...Her birimizin farklı tutkuları, hayalleri ve idealleri olsa da aslına bakarsanız hepimizi tek ortak nokta da birleştiren şey bu okul ve bize getirecekleri ki bunun farkına her geçen gün varıyor ve değerini biliyoruz.
Neyse size birkaç komik detaydan bahsedeyim bu süreç içinde :) 
Glasgow'da İngilizce'nin aslında İngilizce olarak konuşulmadığını rahat bir şekilde itiraf edebilirim sanırım.Aksanı o kadar farklı ki bu yüzü güzel gönülleri büyük iskoçlu gardaşlarımızın bazen sadece yüzlerine bakıp bir öküz ve tren oyunu oynaya biliyorsunuz.Özellikle bu doğu iskoçya taraflarında bence ingilizce değil direk farklı bir dil konuşuluyor...Geçen gece  sırf o aksanı yüzüne hiçbir dediğini anlayamadığım kızın yüzüne mal gibi bakmamdan dolayı beni gerizekalı sanması sonucu çaktırmadan masadan kalkıp dumur bir şekilde "goodnight" demem ve sıyışmam görülmeye değerdi inanın bana :) ama zamanla bu aksana bağışıklık kazanıyor ve sanırım güzel arkadaşlıklar kuruyoruz...Birkaç tane arkadaşla ciddi şekilde diyaloglara girmeye başladık ve isimleri o kadar ilginç ki yazsana derseniz hiçbir harfini doğru yazamaya bilirim...
Burada hoşuma giden ama bir o kadar da itici bulduğum şeyler bizim halis mulis reankarnasyon gerçeğine inanan hindilerimiz...Çok zekiler diyecek birşey yok ama bence bu zeka durumu ezikliklerini kapatmaya çalışmaktan geliyor ki volkan ( Yılmaztürk) eğer "3idiyotu" izlersen buna kesinlikle katılacaksınız diyor.Sanırım buradan gitmeden izlemeliyim :)
He bir diğer ilginç olay ise Volkanla inat edip GYM e gitmeye karar vermemiz ama ne yazık ki buradaki Gymler online ödeme koşulları ile yapılıyor ve SORT CODE denen saçma sapan birşey istiyor...Neymiş efenim ingilterede bankalar ve kuruluşlar arası ödeme kolaylığı sunan kodmuş bu ve 6 haneliymiş...Neyse biz kallem ettik kullem ettik o banka kartının üstündeki bütün numaraları girdik yine de bana mısın demedi o online sistem biz de ingiliz arkadaşlarımızı bisiklet üzerinde bırakıp münasip bir yerlerimize baka baka geri döndük...Sonra ben bankayı aradım ve sordum nedir laan bu Sort Kod diye adam kalkıp bana 13 TANE harf vermez mi..."Arkadaşım diyorum bize 6 lazım" adam diyor "beyfendi biz de 13 yapabilecek bir şeyimiz yok"...E sonunda biz de kısa bir süreliğine askıya aldık bu durumu :) ama Gym merkezindeki kızın bize kendi kodunu verip benden size hediye olsun bu kodu girerseniz başvuru parasını vermezsiniz demesi o parayla beni cumartesi cluba götür mantığını yaratmadı değil :) Vicdanımız çok rahatsız inanın bize Volkanla :) 
Bu arada Bu gece ilk defa bir hafta sonrasında patates ve havuçtan farklı bir şey yemek istediğimize karar verdik ve Pizza ısmarladık...Talan ettik o sehpayı :)) sanki bir hafta yemek yememiş gibi saldırdık :))) buradan  yurtta kalan herkesi hintli sanan aşçılarımıza sesleniyorum :))
Evet yakın bir zamanda şehri tanıtmak adına şöyle makinemle güzel bir tura çıkacağım ve size hokkalı, buraya gelmiş kadar güzel bir yazı yazacağım merak etmeyin :))
şimdilik bununla yetinin efenim :))
Ayrıca pazartesi günü bizim dersler başlıyor Volkanla onun bir heyecanı var bir stresi görmeyin...Bir hafta uyumaktan gözlerimiz şişti :) havadan tatil yaptık kendimizi okula hazırladık :)))

Bir daha ki yazımda yurtta kalan arkadaşlardan birinin ayarladığı tanışma partisinden ve Glasgow'un derinliklerinde aklınızın alamayacağı güzellikteki mağazalardan bahsedeceğim :))

şimdilik benden bu kadar :))
Saru kaçar...

30 Eylül 2012 Pazar

Glasgow Macerası VOL 1



Aylardır içerisinde bulunduğumuz koşuşturmaca millet en sonunda 29 eylül sabahı 0550 saatlerinde son buldu ve biz Glasgow’a gelmek üzere uzun bir yolculuğa çıktık.Aslında havaalanından başlamak lazım bunu anlatmaya ama gerek yok J çünkü Türkiye’nin malum havaalanı maceraları birer kabustur ve havaalanlarını kullanan herkes bunu az çok bilir J. Neyse efenim biz sadede gelelim KLM hava yollarının 0550 saatli uçağı ile rötarsız bir uçuşla başladık bu uzun sürecek maceraya ki aktarmalı bir uçuştu ve Amsterdam havaalanının arka taraflarında cirit atacaktık J. Bizi bu süreçte üzen en kötü durum malum U.K deki sigara fiyatlarının çok olmasından dolayı Amsterdam aktarması sırasında bavulumuza koyacağımızı hayal ettiğimiz birer karton sigarayı uçağın geç inmesi ve aktarma kapısının vergisiz bölgeden çok uzak olması sonucu alamamamız olması ki ona da çözümler ürettik kendi adımıza diye düşünüyorum eğer pratik yaparsak daha güzel olacak.
Bu arada şunu anlatmadan geçemeyeceğim aktarma yerinde öyle bildiğiniz bir kapıdan geçip binmedik aktarma uçağına her zaman tatmak istediğim o uçağa dışarıdan merdivenlerle giriş olayını yaşadık ki bu da bu yolculuğa ve bu okula gelmekte ne kadar doğru karar verdiğimin bir nevi bana habercisi gibi birşeydi.
Yolculuk sırasında bizi en endişelendiren şey yanımızda bulunan akustik ve elektronik gitarlardı ilk başlarda ağız burun kıvırsalarda ( ki bunu Türkiye de yaşadık ) sonrasında yanımıza almamıza izin vermeleri ve hiçbirini kırmadan sağ sağlim İskoçya topraklarına sokabilmemiz bir güzel derin nefes almamızı sağladı.
Yolculuğun en yorucu kısmı ne yazık ki Glasgow havaalanından çıktıktan sonra merkeze gidebilmek için bindiğimiz otobüsten sonra başladı.Sanırım o benim sürtülme ihtimali olmayan bir 28 kiloluk bavul, 10 kiloluk el çantası ve 5 kilo olan bilgisayar çantası ile aşağı yukarı yürüdüğüm 3 km yakın yoldu (tek benim olduğumu sanmayın bütün grup darmadağın oldu o yolda çünkü herkesin bavulu biraz aşırı yüklüydü ve kimsede tek bavul yoktu). Yani Glasgow bizi güzel bir gündüz sporu ile karşıladı : ). Bu arada belki neden taksi tutmadınız mal mısınız acaba sorusunu duyar gibi oldum, şöyle açıklayayım burada taksiye verdiğiniz para ile evinizin bir ay kirasını ödersiniz : )...
Evet Okulumuz City of Glasgow College olmak üzere biz ise Riverside Kampüste bulunmaktayız. Kaldığımız yer bana göre çok hoş bir yer tek sorun yaş ortalamasının biraz üstünde kalmış olmamız ki bu da geçici bir durum ve herkesin bize saygı duyduğu bir ortam yaratıyor J Hintliler, Pakistanlılar, ingilizler , irlandalılar, iskoçyalılar ve biz Türkler olmak üzere baya renkli bir yelpaze çiziyoruz.Ama şunu temin edebilirim sanırım buradaki en parlak ve düzenli ne bileyim kendine baktıran grup biziz. Bence yurt aynı mahalleler gibi bölünmüş. Hint mahallesi, Zenci mahallesi, Kızlar koğuşu ve biz normal koğuş üyeleri olmak üzere bölünebilir. Böyle muhteşem bir yer olmamasına rağmen beni gayet tatmin etmiş olup iyi ki gelmişim dedirten bir yer aslında burası.Ama sanırım kısa bir zaman sonra diğer tarafta bulunan yaşıtlarımızın arasına geçeceğiz.
Belki de Glasgow’a gelmiş olmanın verdiği en güzel şey dün gece dinleme şansını yakaladığım SWEET VENDETTA blues grubuydu. Şöyle söyleyeyim biz buraya haşarılık yapıp dağıtmaya gelmedik ama CUMARTESİ geceleri kutsaldır efenim ve yurtta pinekleyerek geçmez J bir de ülkeye ayak bastığımız ilk gün olunca bir merhaba partisi gibi birşey oldu : ) Bu yüzden GRUPÇA verdiğimiz kararda Cumartesi günlerini unutulmaz kılmaya çalışacağız : )
Ama dün gecenin bir mükemmel olayı ise sarhoş olan bir turist ablamızın benim ağlarıma yakalanmış olmasıydı deyip bir yürekleri ağza getireyim hahahahJ yok öyle ağ falan yok kızcağız gayet sarhoş olup evinin yolunu kaybedince yolu yurda yürümeye çalışan bizlerin karşısına düştü e biz de iyilik yapıp evine kadar götürdük. Ama hala arkadaşının kızın ismini haykırarak sokaklarda koşmasını hatırlıyorum bizi gördüğü zaman öyle bir ağladı ki sanarsınız toplu tecavüz ettiler bunlara glasgowun tenha köşelerinde...Kısa günün karı iki güzel insandan iki güzel teşekkürler öpücüğü almak oldu J. Umudumuz var bizi bulabilirler teşekkür için belki diyoruz.
Yemekler konusuna gelince yurdun yemekhanesi Burak abinin ( bizim en büyüğümüz ve en deneyimli üyemiz diyelim ki kendisi bizden sorumlu olan kişi olup her dakika yanımızdadır) söylediğine göre ufak bir kadro değişimine gitmiş ve sanki o sırada yemek yapamayan ama ucuza işi kabul eden birilerini yoldan çevirip içeriye almışlar gibi olmuş.Tek güzel şey hep bir patates olması fırında, haşlanmış, kızarmış. Tek güzel yanı kahvaltısı bu güzide yurdun ki baya çeşit çıkarıyorlar. Ama en güzel yanlarından biri de bol bol kahve ve sıcak çikolata içme imkanımızın olması.

Aslına bakarsanız asıl hayatımız burada yarın sabah başlıyor çünkü kolej start veriyor yarın saat 830 semalarında.Ve ben de mümkün olduğunca buradan sizlere yaşadıklarımızı yazmaya çalışacağım.

            Bu arada unutmadan şunu da söyleyeyim burası büyük bir öğrenci şehri olup bir sürü kolej, üniversite falan var...Sokaklar genç kaynıyor. Zaten ilerleyen zamanlarda size beğendiğim mekanların tanıtımlarını da yapacağım.

Şimdilik kısa bir bilgi amaçlı benden bu kadar ( Helin ve Nuriye çalışma odasında katılacağıma söz verdim )

                                       Sol baştan Say : ) , Saruhan , Belgin, Burak, Helin, Volkan 




27 Eylül 2012 Perşembe

bulamaç


Aslında herbirimiz biraz kayboluruz birilerinde, biryerlerde, bir resimde, bir şarkıda...Dönmek istemeyiz...Ya da cesaret edemeyiz bulduklarımızdan, keşfettiklerimizden sonra geriye dönmeye...

Hayat bir anafor misali bütün renklere bulayarak  başlangıcına şahit olduğun ama sonuna kalamadığın bir yolculuğa çıkarır seni...

Zaman sanki dağınık bıraktığın odana benzer...Bir an bakıp “ohaa” dersin bir an gelir umursamazsın...Ve nedense umursamaz olduğunda sayamadığın, umursarken ise tıkandığın dakikaların,saniyelerin olur...

Aslında her birimiz başka kadınlara, başka erkeklere aşık olup sonrasında bambaşka insanların omuzlarına kafamızı koyarız...Gerçek aşkın getirecekleri ve götürecekleri hakkında hiçbirimiz birşey bilmiyoruz...Tek bildiğimiz kaybetmekten ya da berbat etmekten korkmak...

Hayatında olduklarınızı bir an unutsanız...Hayatında olamadıklarınız takılıp kalır aklınızın bir ucuna...İşte bu yüzdendir ki hepimiz sürükleniyoruz bir yerlerden bir yerlere...Kimilerinde dinleniyoruz kimilerinde hırpalanıyoruz...

15 Ağustos 2012 Çarşamba

BENİ GÜZEL HATIRLA

Beni güzel hatırla!
Bunlar son satırlar...
Farzet ki, bir rüzgârdım, esip geçtim hayatından
ya da bir yağmur sel oldum sokağında
sonra toprak çekti suyu...
Kaybolup gittim, belki de bir rüya idim senin için.
Uyandın ve ben bittim...

Beni güzel hatırla!
Çünkü; sevdim seni ben, herşeyini...
Sana sırdaş oldum, dost oldum,
koynumda ağladın.
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini,
beni üzdün, kınamadım.
Alışıktım vefasızlığa, el oldun aldırmadım...

Beni güzel hatırla!
Sayfalarca mektup bıraktım sana.
Şiirler yazdım her gece, çoğunu okutmadım.
Sakladım günahını, sevabını içimde
sessizce gittim...
Senden öncekiler gibi sen de anlamadın.

Beni güzel hatırla!
Sana unutulmaz geceler bıraktım
sana en yorgun sabahlar...
Gülüşümü, gözlerimi, sonra sesimi bıraktım.
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka,
söylenmemiş 'Merhaba'lar sakladım her köşeye
vedalar bıraktım duraklarda.
Ne ararsan bir sevdanın içinde
fazlasıyla bıraktım ardımda.

Beni güzel hatırla!
Dizlerimde uyuduğunu düşün,
saçını okşadığımı, üşüyen ellerini ısıttığımı,
mutlu olduğun anları getir gözünün önüne.
Alnından öptüğüm dakikaları...
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün
şaşırtmayı severim biliyorsun.
Bu da sana son sürprizim olsun.
Şimdi, seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
beni güzel hatırla.
Gidiyorum...
 
Orhan Veli Kanık

14 Ağustos 2012 Salı

Kara Çıkılar Ak sevdalar ikinci el kitaplar ucuz aşklar

İnsan gitmeye başladığı anda aslında her adımda kendinden de uzaklaşıyordur.İnsan aslında kendine de küsüyor ve geri dönmekten korkuyordur...

Ucuz aşk hikayelerini bilir misiniz ? Hani aldığınız ikinci el kitaplar misali yıpranmış bir şekilde elden çıkarılan ama her ne olursa olsun her sayfasında, her kıvrılmış köşesinde yaşanmışlığın kanıtı olan bu kitaplar çok benzer aşklara aşıklara. Hatırlıyorum "Nüveyre"yi okumuştum. Hani şu "adı aylin" tarzı biyografik romanlardan. Sayfaları daha önce hiç kıvrılmamış, gözyaşları üstüne düşmemiş ve heyecandan hızlanan nefesler daha saman sayfaların moleküllerine karışmamış...ilk aşk gibi, ilk dokunuş gibi sahiplenirsiniz o kitabı...Dışarıdan bakılınca belli bir kütlesi, genişliği ve kalınlığı olan bu kitap içerisine girdiğinizde binbir oyunla, gerçekle, birbirine yabancı onlarca karakterle kucaklar sizi...Aynı insanlar gibi...sonra o kitapların herkesin anlamaya çalıştığından başka hikayeleri olduğunu fark edersiniz.Başka kitaplara gebe kalmadan ayakta kalmaya çalışmasını takdir eder ama dile dökmezsiniz...Ve sonra, Başka bir kitabın hiç adı duyulmamış bir karakterine nasıl sayfalarca ağladığını, satır satır yalvardığını ve ödün verdiğini anlarsınız...ağırlığınca ezilir gider başka insanların yazdığı cümleler altında kendi satırlarını unuturlar, hikayelerini silerler...

İkinci el kitaplara, ikinci el aşklara geçtiğim zaman başladım ben...Başkalarının anıları üzerine yatıp uykulara yattım...Masallar okudum kendime, kelime oyunları oynadım başkasının kalıntılarıyla...Başkalarının aşklarını benimseyip kendi ütopyamı yarattım...Adı unutulmuş bir kitaba ve yazara kimsenin vermediği değeri verdim tozlu rafına kaldırdım gönül odacığımda...


Başkalarının aşklarını yaşıyoruz biz...Aynı Shakespeare'in dediği gibi "Beğendiğiniz vücutlara hayalinizdeki ruhları koyup aşık oldunuz sanıyorsunuz"...

Bunun adına kalıcı yalnızlık deniyor...İnadına söylenmiş bütün cümleler için yola devam etmek, büyük lokma yemek yerine büyük konuşmak...Ve görmemek...

Korkuyorum bazen.Bugüne kadar sevdiğim saydıklarımın artık sevgi değil de saygı çerçevesi içinde kalamadıklarından...dillerinin bağlanıp başka bedenlerin aklından konuşmalarından korkuyorum.Tanıdığımı sandığım insanların aslında sadece bir giysi olduğundan ve gerisinin zayıflıktan oluştuğunu öğrenmekten korkuyorum...Sarıldıklarımın bu kadar yok olmasından ve kollarımın gövdem kadar dolmasından korkuyorum...Korkuyorum objektif bakamayıp subjektif görmelerinden...hak yemelerinden ve bunun bir gün elbet çıkacağını bilmemelerinden korkuyorum...

Her birimiz bize bahşedilen kara çıkıda bir ak sevda yaşıyoruz...Ki zaten herkes hep beyaz ya...karalansakta olur karalanmasakta...

Bence bırakmalıyız artık beni rahat bırakın, hayatımı yaşıyorum edalarını...dönüp dolaşacağımız yer, yine sarılıp ağlayacağımız yer sövdüklerimiz olmayacak mı ? Gözyaşlarının üzerine kurulu olmayan, karşılıklı iki cümlenin kurulduğu aşklar lazım bize...başkasının dilinden konuşan değil...

ucuz aşklar diyordum bak nerelere geldim...Ben pahabiçilmez aşklarımı aslında bit pazarından buldum kendimi kandırdım...kısacası hayallerimi verdim karşılığında...ve karşılığında kırıklarım oldu...Başkalarının aşklarını yaşamayın bırakın aşk ilk geldiği yerde kalsın...

görebileceğiniz en saygılı adamlardan biriyimdir ben...evet bunu söylüyorum kendime ve tekrarlıyorum her gün...Çünkü bir yerlerde o bit pazarında kaybettim kendime olan saygımı...başkalarına olan saygılarım sorgulanmamalı...sorulmamalı...şüphe duyulmamalı.

Kitaplarım var benim...boy boy, inceli kalınlı....her birinde acı, mutluluk, ayrılık, dostluk, aşk var...kitaplarım var yazdığım...İçine yıllarımı sakladığım, aşklarımı dağladığım.Satırlarım var yarım kalan...yarım bırakılan...ve şimdi koydum bit pazarında bir köşeye, alıcıya çıkardım...

Biraz anlasaydın/ız
Biraz anlatsaydın/ız
Biraz beni sizi gördüğüm gibi görseydin/iz
şimdi böyle olmazdı/k

Herşeyin sonunda ucuz aşk kitaplarım var benim...bir masal gibi, bir dizi, bir film gibi olan...denizleri aşıp gelen ama bir satırlık cümlelere yenilen...

işte bu yüzden hiçbirinizi istemiyorum hayatımda...
beni ben yapan her birinize teşekkür etsemde benden aldıklarınız için istemiyorum hayatımda...

şimdi yazabilirsiniz kendi kitaplarınızı, satabilirsiniz parlak lüks kitap evlerinde...içinde samimiyet olmadıktan sonra kim alır sorarım ?

30 Haziran 2012 Cumartesi

motor ve ekşın...

hayat devam ediyor canlarım
canımdan parçalar dökerek
yeşerterek her defasında riyakarlığın kuraklığını
devam ediyor...

bu sefer sahne bende
motor ve ekşın...

29 Mayıs 2012 Salı

...

üzülme sen
bu dökülenler yaş değil gözlerimden
bu duyduğun şarkılar
beni anlatan sözler değil
yalancıyım ben
yalancısın sen
yalancı bu dünya

Olduğu gibi değil insanlar
dışı mercan
dışı inci
içi katran
içi zehir
göründüğü gibi değil inan...


Herkes gibi olmak istemiyorsan
Herkes gibi davranmayacaksın
Kelimeler benim kılıcım
virgüller benim ahım
noktalar sonlandırdığım insancıklarım

Oynamayacaksın benimle
oynayamacaksın bizimle
aşk demişsin vurmuşsun yola başını
aşk dediğin ne ki
sen nesin ki bilesin anlamını ?


Gözümden düştüğün yerde kalırsın
gözümden aktığın yerde birikirsin damla damla
kurursun geçer gülerim
Hiç istedim mi senin kötülüğünü
bu saatten sonra küstürme akreple yelkovanı
zaman senden yana değil benden yana
öyle bir an gelir böbürlendiğin isimler boynunu büker
dönüp de kaldırmam seni düştüğün yerden
beni koyduğun kefede
çürür gidersin...



11 Mayıs 2012 Cuma

masallar yeniden yazılır...

yarım kalmış masallarım vardı
şimdi yeni bir sayfa açtım...
bir vardım bir yoktum
bir varım
ve yokum demek için çok erken...

hesap vermeden
bir kayalıktan
bir melodiden
denizden
kısacası
dudakların birbirine temas eylediğinde yürekte yankılanan o kırmızı renkten sor...

sen yanımda olduğun için
ben yanımda olduğun için
mutluyum
gerisi önemli değil....


bu yeni bir başlangıç
çivinin çiviyi söküp attığı

teşekkür ederim
çocukluğum
büyümüşlüğüm

şimdi hazırsın
kamera
ve
motor...


8 Mayıs 2012 Salı

o an gidersin...

Geç kaldık biz.O son otobüsü kaçırdık, son cümleleri yutkunduk yüreğin derinliklerine doğru...
Biliyorum daha ilk saatler bunlar...Ama yinede garibime gidiyor mutlu bir haber aldığımda ilk aradığım insanın artık olmayacak olması...Biraz boynum bükük bu aralar...Boynumu kıran da gururum...

bu yazıyı kimin okuduğu ya da insanların ne düşündüğü önemli değil...Hesap vermeden geçirebildiğimiz her dakikayı sayıklıyorum her senden uzağa giden adımımda...Yanıma bir kaç köfte, bir kaç yıldız, biraz deniz suyu aldım...aa evet...Bir kaç satırda şarkı sözü...Bilirsin müzik olmadığında daha çok göçüyorum kendime...

Yanıma senin tebessümünü aldım...Çünkü son zamanlarda eskisi kadar kaplamıyordu o sıcak gülücükler yüzünü...Ve ben bu kadar kötü bir adam olamadım...Olmadım...

İlk tanışmamızı unutma
kim bilirdi ki buralara kadar geleceğiz...bu kadar mutlu olacak sonumuz...Ben şükrediyorum...sen de et...

hem belki bizim masalımız da budur...
bir varmış bir yokmuş kalıbına sığıp onları erdirmişizdir muratlarına...
zaten masallar hep güzel bitmez ki...
prenseslerin var olamayacağı gibi prenslerin de var olamayacağı gerçeği artık aklımıza kazındı sanırım...
ama kimse bilmez sen benim prensesim
ben senin prensin oldum...

bir varmışım bir yokmuşum önemli değil
bir varmışız bir yokmuşuz da önemli değil...
dediğim gibi
ay vardı, şarkılar vardı...

şimdi beğendiğimiz bedenlere
düşlediğimiz ruhları sokabiliriz...

kısacası
ben bunu yapabilirim sanırım...
sen yaptın...

sana yalan söylemedim bugüne kadar
bundan sonra da söylemeyeceğim
söylemesinler de incinirsin...

29 Nisan 2012 Pazar

Sende Ben


Sende ben;
şu dalgaların geminin alabandasını yıkarken ki huzuru buldum 
her dalgada atladığım sana bir tuz tanesi kadar daha yaklaştım 
o kadar zor ki bu ayrılık oyunları 
aya ve güneşe sarılmayı bildim sen yerine 
denize katkısı oldu yaşlarımın
yosun yosun döküldü saçlarımdan beyazlar 
sende ben söylemediğim cümleleri sakladım 
gözlerine baktığımda yeşil yeşil deryaları soludum 
sen karada kürek çektiğim derya misali bir yüreğe sahiptin 
ben sana kulaç kulaç sokuldum
aşkının tutulmasını tenimin aydınlığına sundum
sende ben;
 şu dalgaların köpük köpük beyaza bulamasını sevdim karanlığımı

SARUHAN OSMANOĞLU

28 Nisan 2012 Cumartesi

Sallanan Salıncak


salıncak sallanır çocuklar büyük
duygular sarsılır
aşklar ölür...

17 Nisan 2012 Salı

Ne de olsa...

özlediğim her ne varsa
Bunun sebebi özlemeye mahkum edilmemdir...
kimseye kırgın ya da kızgın değilim
Ne de olsa
kırılabildiğimi ve kırıklarımdan yeniden doğmayı öğrendim...


Saruhan Osmanoğlu

6 Şubat 2012 Pazartesi

Doğduk, Emekledik, Yürüdük...KOŞUYORUZ...

    Nereden başlayacağımı bilmiyorum açıkçası o yüzden sadece yazmak geliyor içimden...Kelimeleri şöyle tıklım tıklım bir araya koyarak bir kaç anlamlı cümle çıkarmak niyetindeydim sadece bu yazıya başlarken fakat aklıma geçirdiğim yıllarım geldi.Dokuz taş oynadığım acıbadem sokakları, kar yağdığı zaman sobanın üstünde üstüne şöyle inceden bir çizik atılarak pişirilen kestanenin kokusu, bozacının artık hiç duyamadığımız sesi, panjurun üstünde manyaklar gibi kayarak dizlerimizi kanatmamız sonrasında “çaça” denen o siyah şeytansı köpek (nasılda ısırmıştı beni, kendimi sevdireceğim diye yapmadığım şey kalmamıştı o dünyalı şeytana ama o beni ısırdı J ) , askeri hastanenin sınırları içine kaçtığı zaman umudu kestiğimiz o renkli toplar geldi aklıma...

    Zamanın elinde nasıl da değersiziz...Şu yılları bir kamera ile kaydedebilme şansım olsaydı eğer herkesin kendi hayatı hakkında dediği gibi “oskarlık bir film olurdu benim hayatım” diyebilirim.Seneler geçiyormuş gerçekten hem de göz açıp kapıncaya kadar “gözüm”...Hatırlamadığım o kadar çok şey var ki aslına bakarsanız.Bazen bir koku, bir ses duyduğum zaman saniyelikte olsa gidiyorum o günlere ve hiçbir şey tutup çıkaramadan hafızamın o kuytusundan olduğum zamana geri dönüyorum.

   Mesela ilk aşkımı hatırlıyorum... O saf, hiçbir arzunun egoları ve libidoyu körüklemediği o ilk aşkı.Bir otobüsün içerisinde yaşanan kırık dökük çocukluk umudu, annemin bana Fransadan getirdiği dünya kupasının topunu hatırlıyorum bir de tişörtünü, ablamın erdekte diskoya giderken beni de götür diye yeri göğü inleterek bir genç kızın mükemmel yaz gecelerine vurduğum şerefsiz darbeleri ( hatta bu yüzden bir kere dayak bile yedi yavrum! ) Erdekte yaptığım ve uzun yıllar çekmek zorunda kaldığım hatalarımı hatırlıyorum...

   Anneanne mi hatırlıyorum mesela...O yılların bir dalga gibi vurupta teninde ince ince çizgiler bıraktığı o kadını.Az gelmedi ilkokulda sınıfıma.Her şikayette biterdi güzel yüzlüm.Nebahat hoca da az değildi ama biliyordu ona ne kadar değer verdiğimi.Nebahat hoca dedim de yıllar oldu görmedim o bana “A”yı “B”yi öğreten kutsal kadını.Hatta bir keresinde şöyle bir olay olmuştu anlatmadan geçemeyeceğim ; Son ders mi neydi, Nebahat hoca yorulmuş (o gün çok yormuştuk o kadını) böyle garip garip sorular soruyordu bize ki susalım, düşünelim, beynimizi kullanmayı öğrenelim kas gücümüz yerine birazcık diye.”Her sabah neden yüzümüyü yıkarız” sorusunu sorunca (bir gün önce anneannem şeytan yüzümüze işediği için her sabah yüzümüzü yıkarız yavrum demişti bana) kalktım ve hiçbir sansür olmadan aynı cevabı verdim ( buradan görüldüğü üzere beynimi biraz geç kullanmaya başladım benJ ) Hocanın yüzünde oluşan o şok ifadesini, sınıfa bomba gibi düşen sessizliği hayatta unutamam.Nebahat hocadan cevap gelir “ evladım şeytanın hiç mi işi yok her sabah hepimizin yüzüne işeyecek mübarek çok su içiyor herhalde”...Ne gülmüştük ama..Tabii ben “ah anneanne alacağın olsun” diye diye evin yolunu tutmuştum.Allahtan işiyor demiş ne bileyim böyle mastürbasyon falan yapıyor deseydi her sabah ne olurdu acaba.Hoş o kelimeyi de söyleyebilmem biraz zaman aldı J...

   Hayatımı değiştiren bir diğer kişi Leyla hocamı hatırlıyorum...Öyle bir hocam olmasaydı belki de şimdi şiirden, edebiyattan sonrasında tiyatrodan falan uzak büyüyen bir adam olabilirdim.Bana okuttuğu o istiklal marşını, bana rol verdiği o hababam sınıfı oyununu ve kız erkek dalaşlarına ait verdiği rolü özellikle de okuttuğu o klasikleri, romanları belki de ömrümün son gününde hatırlayacağım ( kesin ablam da hatırlarJ, oku diye diye dilinde tüy bitmişti kızın) ki bunu yıllar sonra kendisine de söyleme şerefine erdim “minnettarım”.

  Acıbademin bağrından kopup, erken büyümek zorunda olduğum Ümraniyeyi hatırlıyorum sonrasında...Mahalle maçlarını, kavgalarını, o mahalle arkadaşlıklarını, internet kafe denen şeyin ilk yıllarını, halflife oyununu, yediğim dayakları bir de cami imamının bahçesinde top oynadığımız için bizi nasıl kovaladığını.Apartman boşluğuna bakan bir odam vardı o evde.3 katlı mıydı 4 katlı mı hatırlayamadım şimdi moralim bozuldu bak.En üstten en alta uzatılan poşetler ve içindeki yazıları unutmam.Az dert tasa paylaşılmadı o ufak kağıt parçalarında...En üst katta oturan arkadaş bilir ki hala orada oturuyor...”Ve o artık özgür”...o beni anladı.

  ”Japonca dış ticaret” denen tam benlik orjinal bir bölüm bulmuştum lisede.Ki kimse bir yeri kazanacağımı beklemiyordu.Ümraniyeden kağıthaneye kadar uzanan lise yıllarım oldu benim.Başlarda o yola uzun diyordum sonrasında cezalandırıldım yolum daha da uzadı.Hiç unutmam o okuldaki hazırlık yılını...Benden hayatımın en değerli varlıklarından birini aldı o yıl.

   Sonra ölümleri izlediğimi hatırlıyorum o mahallede.Haftada en az üç cenaze görürdük.Musalla taşı ile de böyle tanıştım işte.Uzaktan bakıldığında masa gibi duran bu taşın gün gelecek de beni hüngür hüngür ağlatacağını bilmezdim.Hele o sela yok mu? Hep burulur içim duyduğumda ama bir keresinde o selanın kimin için okunduğunu biliyordum ve içimdeki bütün çocukluğu aldı gitti birkaç saniye içinde....İşte ilk sigaramı içtiğim gün.Ben birilerine özendiğim için değil içmek istediğim için başlamıştım sigaraya o gün de içmek istediğim için değil ağlamamak için ağzımdan çıkan sesleri susturmak için içtim...
Anneannem belki de gözlerimde hep o yoğun bakımda ki son hali ile kalacak anılarımda...Ellerini birleştirip bana “hoss” demesi ile...bir de uzun yıllar kulaklarımdan gitmeyen öksürük sesi ile...Bir kadın vardı deyip gurur duyacağım işte...Ölünün arkasından çok ağlanmazmış üzülürmüş...biz de içe akıttık yaşlarımızı...ama kırk gün sonra geçirdiğim ufak sinir krizini herhalde annem hala hatırlar...”bu odayı ona çok gördüm” diye bağıra bağıra ağlamıştım...çocuktum anneanne...sen anlarsın beni...

    Sonra ayrılıklar gördüm ben...aynı sokakta sağa ve sola giden iki kamyona yüklenmiş eşyalarla gitti benim içimde kalan son çocukluk...Hayatımın en karanlık yılı bitebileceği en karanlık şekilde bitmişti...Tuzla ile tanıştım sonra...

    Daha önce birkaç kere geldiğim bu İstanbul’un son durağı bana hiçbir yerin sahip çıkamayacağı şekilde sahip çıkacak ve sanki hayatım boyunca orada yaşamışım gibi geçmişimdeki kanser lekelerini bir bir sökecekti içimden...Ama yine de o en üstte oturan komşudan kopmak biraz koymuştu...Annem, ablam ve ben...O evde büyük emeklerle hazırlanmış bir kaç düğün, yürekleri sızlatan bir kaç ölüm gördüm ben...Manevi dedem dediğim adamı gömdüm toprağa annemin deyişi ile “kemal babişkoyu”.

   Sonra rock gruplarının kapısı aralandı...İlk ciddi vokalliklerimi orada yaptım.Hoş Serhat olmasaydı hiç öyle şarkı söylemezdim ya ben...Gönlümüzü verdiğimizi sandığımız iki kız ve dolunay sağolsun...Şarkıcı olduk...sonrasında da hep öyle gitti...

  Hayatımın dönüm noktalarının sonuncusudur Tuzla...Mesleğimi orada seçtim...INOX üyeleri ile orada tanıştım...İpekçiğimi, Leloşu, Neşeyi, Tarığı, Ayşenur ablamı, Serhatımı, Ahmetimi, Oğuzumu, Ülgemi, Müjüyü, Alicengizoyununu, Ommondioyu, Alyamı, Dalyamı, ikinci ailem dediğim Yeşilnil, Hazar, Dener ailesini, Sedefçik ve Hasan abiyi daha burada sayamayacağım kadar onlarcasını Tuzlada buldum...Yepyeni bir ilçe de yepyeni bir hayatım oldu...Şimdi ki hayatımın üzerinde durduğu...



Annem, bu sabrın için teşekkür ederim...Güzel yıllar bizi bekler artık bilesin...
Babam, hayatla mücadele etmeyi bırakmadığın için minnettarım...Yaşam savaşını senden öğrendim...
Ablam...Canımın tamamını versem dengi değildir dökülen bir tane yaşın gözünden....Bu hayatta TAM SAĞINDAYIM...
Eniştem neşe kaynağı olduğun ve hep bana söyleyecek doğru cümleyi bildiğin için teşekkür ederim (“kalpte duran kavanozlar”)
Cemrem, yüreğimize adın gibi düştüğün için....
Leloşum, canımın canı olduğun ve iyi bir dinleyici olduğun için....
Neşe’m bana abilik duygusunu tattırdığın için...
AyşemGülüm, müziğin bütün dertleri silip süpürebileceğini bana kanıtladığın ve ikinci evim olduğunuz için...Notalarla ve Birliğinizle şifam olduğunuz için...
Dalya ve Alya, isminiz böyle kafiyeli olduğu ve kime söylesem bir durup bunlar kardeş mi sorusunun sorulmasını sağladığınız için...Şaştirio olduğunuz için.
Serminim, anneannemin boşluğuna güneş olabildiğin için birtanem...

Ve siz hayatıma girip orada kalmayı tercih edenler
Benden birşeyler çalıp gidenlerin aksine tamamlayıcı olduğunuz için
Şanslı kıldığınız için beni teşekkür ederim....

Hayat acıları ve tatlıları ile masamızı döşemiş...Bakın yıllar nasıl da geçmiş...Burada anlatmadığım kişiler var elbet...Herkesi anarsam bitmez bu yazı diye korktum maruz görünüz...Ama zaten bu sahne benim...Sizlerde bu sahnenin izleyicilerisiniz...

24 yılımı sorular sorarak, şükrederek geçirdim...Daha kaç yıl var bilinmez ama hemen şu dakika son bulsa ömrüm bana 24 seneyi bir asır dedirttirecek kadar dolu dolu yaşattıran, ders almamı sağlayan her acıdan...

Ve yalnızlığımda sığındığım olan;

 bana bu insanları, bu vasıfları verdiğin için minnettarım...


İyi ki doğduk ! iyi ki varız...

Minutatim vires et robur adultum
Frangit et in partem pejorem liquitur oetas (Lucretius)

Yıllar için için aşındırır

Olgunluk çağına varmış güçleri

Singula de nobis anni proedandur euntes (Horatius)

Bir şey koparır bizden, yıllar, akıp giderken

30 Ocak 2012 Pazartesi

Biz

Ben kuzeyin kahramanı ;

Size düşen ilk kar tanesinden sesleniyorum...Buralarda havalar aynı ruh halimiz gibi aldatıcı, bir bakıyorsunuz sallanıyoruz iskeleden sancağa, baştan kıça, bir bakıyorsunuz, durgunuz konuşamadıklarımız gibi...
Özlem var tabii ki, sahip olduklarımızdan ya da sahip olduğumuzu sandıklarımızdan yana...O yüzden özlememeye karar verdik kendi adımıza...Böylece ihanet daha anlaşılır gibi geldi bize...Yüzüne bakıp gülmek ve ardından susmak yakışmaz bize mesela...
Bugün bir ayı devirmiş,yedi ayın boynundan bir halka eksilteli ise altı olmuş durumdayız...Kısacası burada zaman yavaş işliyor hoş bir de Einstein ışık hızına yaklaşınca zaman yavaşlar demişti, demek ki ruh hali ile göreceli bu durum...
Hayır bir de burada tanımaktan mutlu olduğum insanlar olmasaydı ne olacaktı orası meçhul ki elbet düşününce olmadığı zamanlara da hazırlık yapmak lazım...Kimse baki değil ne de olsa şu demir yığınında...
Siz karada hayatında monoton boşluklar yaratmışlar için söyleyeceğim tek şey, yaşamanın ne demek olduğunu bizim kadar iyi anlayamazsınız...Siz bütün zamanınızı o anakara üstünde harcarken biz dünyada hakimiyeti belli olan suyun üzerinde bir bardak misali dolup boşalıyoruz...Ki sevişmelerimiz de hayali...en acısı da sizin yanyana durup da sahiplenemediğiniz bütün duygulara biz burada padişah muamelesi çekiyoruz ya gülüp geçiyorum...
İşte bu yüzdendir ki sizinle aynı kefede olamayız...Siz sadece trafik ve kavga ikilemleri arasında yaşlanırken biz burda ölümle burun buruna kimi zaman da hemen ensemizde hissediyoruz kendisini, yaşamanın yollarını arıyoruz şeytana ya da posedion’a ruhumuzu satmadan...
Ben kuzeyin yorgunu ;
Size hasretin zaman gibi yavaş yavaş yer ederek  büyüdüğü ve kanattığı yalnızlıklarımdan sesleniyorum...Biz sizinle aynı kefede olamayız...Siz sadece egolarınızla yaşayan ve aslında hiçbirşey bilmeyen at gözlüklüler, biz ise doğaya  sizin hatalarınız doğrultusunda meydan okumak zorunda kalanlarız...

Biz size kanıp
Sizden kaçanlarız...