30 Mayıs 2011 Pazartesi

Destino / Salvador Dali - Walt Disney

Kırmızı & mai

   Yıllar önceydi ama tıpkı dün gibi , hani o yeşil ve sarının hakim olduğu önlüğünü giyerdin ve herşeyin başladığını sadece benim bildiğim o durakta karşıma çıkardın.Hiç unutulmaz "çatı" serisini okuyordun büyük bir heyecanla ve ben o kitabı hiç okuma gereksiniminde bile bulunmamıştım , o kitabın senin o biblo yüzünde oluşturduğu mimiklerin bağımlısıydım ben.Ben o kitabı senin yüzünde okuyordum ama farkında değildin işte.Mesela tıklım tıklım olurdu otobüs ve ben sana hiç daha yakın olamayacağımı bildiğim için yaklaşabildiğim kadar yaklaşırdım yanına.Nefesin o zamanlar yaşama gücüm olurdu ve sen bana verdiğin bu gücün farkında olmazdın.Sonra bütün arkadaşların hatta otobüs şöförleri bile benim içinde bulunduğum o gizli ya da yasak aşkın varlığını kabullenmişti bir tek sen kendi hayal dünyanda yaşadığından ve ben de aramızdaki o bağları koparmak istemediğimden sessiz kalırdık.Biz farklı lakapların boşluklarına takılıp kalırdık.Seninle birkaç durak önce inip Ümraniye'nin sokaklarında yürüdüğümüzü hatırlar gibiyim yarı silik bir şekilde.Ne konuştuğumuzu inan hiç hatırlamıyorum ama eminim yine şu "başkalarının" anlamadığı entel soru cevap ilişkisinden ibarettir.Küçüklükten başlamış bizde ki politik ve yarı siyasi tartışmalar.Ki sonraları da ortaya çıktı aslında siyasi olarak nerede duracağımız ve içten içe hangi figürleri hangi kahramanları kabullenip arkasından ağlayacağımız.
   Seni tünele götürmüştüm hatırlıyor musun ? Hani benim özel mekanım "Tantavi" Parkının orda olup iki farklı dünyayı birleştirdiğine inandığım o mekan.Benim gizli mekanım ! Herkesin bildiği ama kimsenin benim gibi göremediği bir yer.Sen defterler yazardın , benim her zaman imrendiğim bir huyundu bu.O zamandan belliydi yazıp çizeceğin birşeyleri , birilerinin hayatlarını.Hoş bir ben ser verip sır vermedim ileride ne olacağımdan ki bak , ikimizi sadece hayallere ve anılara sürükleyen bir meslekten başka birşey seçmedim.Seçimlerim hep yanlış olmuştur zaten.Sonra seninle insanların korkarak baktığı o tünelin üzerine oturur ayaklarımızı sarkıtır ve konuşurduk öylece.Ve sen yine bilmezdin benim sana o zamanlar aşık olduğumu.
Bir ara cidden kopmuştuk.Aylarca görmediğimi bilirim yüzünü , e tabi ben ortaokulu bitirince baya uzak bir ilçe seçmiştim liseyi okumak için bu yüzden de otobüsteki o "aşk" son bulmuştu.Böyle olmak zorundaydı çünkü ben seni elde edebileceğimi hiç sanmıyordum.Sonra bir gün kapı çaldı O merkez Caminin karşısında ki sokakta bulunan evimin.Kapıyı açtığım zaman belki de o kapıda görebileceğim son kişiydin ama orda duruyordun.Boynuma atlamıştın , sarılmıştın bense mutlu ve şokta sana sarılmış hafif ince bir tona sahip olan sesimle "ne yapıyorsun burda" demiştim."Geldim" diye verilen bir cevap başka bir sorunun sorulmasını engelliyordu.
   Aylar ve yıllar birbirini kovalamaya devam ederken , bir gün bazı üzücü sebeplerden dolayı ben Ümraniye'den taşınmak zorunda kalacaktım.Ve işte cesaretimi toplayıp sana açılmam da böyle olmuştu.Hatırla! Beraber o zamanlar senin en çok yaptığın şeyi yapacak ve ardından o zamanlar Ümraniyenin belki de tek fastfood yeri olan "Sunrise" da pizza yiyecektik ve ben konuşacaktım gözlerimi yumup ne cevap verirsen ver sana tepki vermeyecek ve taşınacağımı da söylemeyecektim.Plan umduğum gibi gitti.Seninle "Hamleti" izlemeye gittik.O tiyatroyu hala tam olarak bilmem, çünkü oyun sırasında ben senin gözlerindeki o ışığı, yüzünde bana huzur veren o mimikleri izliyordum.İlk perde bitti seninle ufak çaplı oyuna dair yorumlar yaptık , sonra ikinci perde ve yine hatırlamadığım bir bölüm.Sadece sen vardın o zaman o koskoca tiyatro sahnesinde ve ben sadece senin hayata karşı sunduğun o farklı duruşu izliyordum eğrisi ve doğrusu ile.Sonra pizza yemek için malum mekana gittik ve ben sana açıkladım herşeyi."Hiç bişey demedin" sadece şaşırdığını ve bunu beklemediğini söyledin.""Nasıl böyle birşey olabilirdi" anlam veremedin.Ki ben sen mutlu ol diye yakın bir arkadaşımla aranı yapıp kendi mutluluğumu unutmuş senin mutluluğunla yetinmeye çalışmıştım.Ama olmamıştı işte.Açıklamam yersiz ve gereksiz bulunmuştu bir nevi.
   Ve sonra ben gittim...Uzak bir yere , sokakların ve mekanların çok yabancı , insanlarının ilk başlarda uzaylı gibi göründüğü şu Tuzlaya taşındım.Nerden bilebilirdim karşıma birinin çıkacağını ve ben sadece "o" sana benziyor diye ona aşık olup seni unutacağımı ve işin en kötü tarafı ona açıldığım gün senin arayıp "Beni sevdiğini" söyleyeceğini.Biz çok kötü zamanlamalarda bulunan iki insanız sadece.Ve bizim hikayemizde ne yazık ki filmlerdeki gibi "aşk tesadüfleri sevmiyor".
   Bu seferde sen gittin...Beni hayranı olduğunu düşündüğüm bu şehrin içinde yapayalnız koyup uzak bir şehre üniversite okumaya gittin.Ve ben burda senin gidişinin arkasından seni benzettiğim o aşk hikayesinin ceremesini çekiyordum.Sana benzeyen ama sen olmayan o kişide , senin aslında farkında olmadan yaptığın şeyin kasıtlı olarak yapılmasının acısını çekiyordum.
   Sonra hatırlıyorum, bir anda sevgili olduk seninle.Ne büyük mucizeydi anlatamam.Mutluydum , mutluydun ama sonra olmayacak bu dedin.Ve hiçbirşey söylemeden çektin gittin.Telefonlarım cevapsız , mesajlarım cevapsız, maillerim cevapsız , bütün çabalarım cevapsız kalmıştı.Hatta bu "aşk" cevapsız bir sınıfa dahil olup bütün olumlu şeyleri içimden almıştı.Ağladığımı hatırlıyorum.Bu hayatta aşk için üç kere ağlamış olup ikincisini yaşatıyordun bana ve vurdum duymaz biri olarak , beni görmezden gelerek.Aramızdaki mesafeleri bana karşı kullanıyor ve uzaklaşıyordun benden.İstanbul ikimizi mühürlemişken bir başka şehrin sınırları içinde iki şehrin çatışması sonucu aklının ve gönlünün kuytularından temizleniyordum.Arınıyordu adım ezberinden.Ve ben hiçbirşey yapamıyordum.Bir zaman sonra , tekrar hayatıma girdin.Ben herşeyi sineye çekmiş sana olan ne varsa içimde tekrar yeşertmeye çalışıyordum.Ve oldu da yeşerdi bütün güze çalan kuytular içimdeki.Ama sonrası tekrar hazan.Yine bir hayal kırıklığı.Yine gittin ve yine herşey cevapsız kaldı.Bilmiyordum neden gittiğini ama gittin.Bu sefer de bana bir anı bırakmıştın.Bir kolye "bir kızla bir erkeğin sarıldığı" şimdi siyaha çalan gümüş bir kolye.Ama bu sefer tamam dedim.Ve ben de çıkardım seni hayatımdan.Telefonumu , adresimi bildiğin ne varsa değiştirdim.Ki işe de yaradı neredeyse 2 ya da 3 yıl görüşmedik seninle.
Sonra birden karşıma çıktın facebookta.Yıllar seni unutmam için baya bir mücadele verse de bir sanal ortam sitesi , seni karşıma çıkardı.Özlemiştin beni.Ben de özlemiştim.Ama güvenmiyordum.Nasıl güvenebilirdim.
  Ve yıllar yine geçti...
  Herbirinin arasında aylar belki de yıllar olan buluşma anlarından ve dudaklara kondurulan masum öpücüklerin arkasından konuşulacak hiçbirşey kalmadı.Çünkü sen beni sevdiğini söyleyip öyle davranmıyordun.Sana güvenmek istemiş ve bunun için çok çalışsam da bir türlü elde edememiştim.Sonunda oldu sana güvendim.Ve sonra sen "sultan" değil "prensini" buldun.Diyorum ya biz zaman kavramı işin içine girince çok kötü oluyoruz.Doğru zamanlama ikimiz içinde geçerli değil ne yazık ki.
   Son konuşmamızı hatırlıyorum."Ellerimi" kestiler demiştin.
  Şimdi bense hiç yapmadığım birşey yaparak "Ellerimizi kesiyorum"...Elde edemediğimiz bir aşkın içinde birbirimize boş vaadler mi sunduk bilmiyorum ama, güzeldi yine de.Kimseyi senin kadar tanıyamayacak olmak çok kötü birşey , ve tanınamayacak olmak senin tanıdığın kadar beni.
   Bu sefer ben hem şehir , hem de ülke değiştiriyorum...Bu sefer ben gidiyorum...Umarım hep mutlu ve huzurlu kalırsın "can telim".Çünkü ben hiçbir zaman seni mahkum kılamam bana.Ne de olsa ikimizde özgürlüğü savunan iki dal fidanız değil mi!...
  Sana şans verdim mi bilmiyorum inan bana istedim veremediysem bile.Sadece inanamadım.Ki sanırım haklıymışım da değil mi? 
   Bugün senin doğum günün.İlk aşk bugün doğdu...Ve dilerim hep böyle mutlu ve huzurlu olursun...
Bizden ümidi kesmenin zamanı gelmiştir sanırım.Biz ayrılığa dayandık hem de çok ama mesafeler işin içine girince sapıttık...

İyi ki doğdun ilk aşk
İyi ki o otobüste seni tanıma şansı verdin bana , karda eve benimle beraber yürüdüğün , benimle farklı yerlerdeyken aynı şeyleri hissedebildiğin , benden gittiğin , ve bana geldiğin , beni ittiğin ve beni çektiğin , ağlattığın ve ağladığın için , Moda sahilindeki o banklara kimsenin yükletemeyeceği anlamlar yüklettiğin , kırmızı olduğun için , Ve bir yerlerde kimse bilmese de hep beni seveceğin için teşekkür ederim...
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN...

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Gitmek...

   Herkes gider biraz aslında.Kimileri ait olduğu , kimileri ait olmadığı yerden,kimileri bir yürekten , kimileri hayattan,kimileri gururdan ,kimileri sözünden ve özünden.Büyür o çocuk ve insanları eskiden gördüğünden daha farklı görmeye başlar.Artık konuşmasına gerek yoktur insanların,bakışları ,susmaları her yarım kalmış soruların tamamlanmasına ve cevaplanmasına imkan tanır.Kırılır insan biraz ama konuşmaz devam eder yoluna kırıklarıyla.Topalmış , körmüş  önemli değil , kırıklar can yakar !
   Bir zamanlar herşeyin gerektiği gibi yaşandığı arkadaşlıklar varmış mesela , herkes bir bütünmüş, farklı kümelerin oluşturduğu ve her bireyin birbiri ile kesiştiği ortak kümelerin olmadığı bir zaman dilimi.Ne yapılırsa yapılsın aynı çarkı döndürürmüş mutluluk ya da hüzün adına.Benim bir zamanlarım olmadı tabii ki , ben modern zamanlarda "Dostoyevski" vari bir düşünceye ev sahipliği yaparak sadece ve kendime ciddi anlamda küfür ediyorum (sizler kendinizi yormayınız diye). Yanlış anlaşılmasın modern çağın getirdiği olanaklara o kadar bağımlıyım ki onlar olmadan nasıl yaşanmış zamanında hiçbir fikrim yok , en azından kendimi bu dünyanın gücüne kaptırıp "Asosyal" bir kişi haline getirmiyorum ama işin ironik tarafı kendimi koyacağım bir sosyal kişilik safhası da ne yazık ki lügatıma katılmadı.Arkadaşlıklar bu yüzden şimdilerde sadece tek gecelik diyebilirim.Kaldıysa aranızda "ESKİ" sizlerden kulağımı çekinde burda kocaman bir özür yazısı yazayım.Sadede gelirsek İnsan Arkadaşlıktan da gitmiş oldu..
   En çok koyan "AŞK"tan gitmek olmuş aslına bakarsanız.Çünkü giden her defasında gittiğinden birşeyler götürmüş.Ve o giden parça zamanla büyüyen, insanı kendine düşüren engin bir boşluk olmaya başlamış, tenden başlayıp ruhumuzun kumaşına temas eyleyene kadar sürmüş gitmiş bu dönemeç.Gidenler bir gün gidilenler olurlar elbet ve herkes kendi boşluğunda güvenmeyi , sevmeyi unutur.Çok kişinin kalbini kırmış olup,çok kişinin istediği kişi olamadığım için üzgünüm ama bunu ben değil ,beni "ben" yapanlardan sorun.Sonra zaman geçmiş ve insan "AŞK" tan da gitmiş.
   Bir diğer olgu da kendimizden gitmemiz bence.Hayatın renklerle kaplı katmanlarında , hepsi birbirinden güzel renklere sahiplenmiş sürgünlerimiz vardır aslında.Doğarız , büyürüz ve ölürüz.tek renkle başlayıp alacalanan ve sonunda özüne dönerek tek renk ile son bulan bir süreç.kim ölümü siyahla özümsüzleştirmez ki.Ya da aşkı pembe ile , doğumu beyaz mesela.Hayatımın en alacalı döneminde geceye siyah eskisler yapıyorum ve görünmez kılıyorum hatalarımı ,sırlarımı, günahlarımı ve sevaplarımı.Bir benliğin içinde birden başka olmak üzere , senliklere , onluklara , bizliklere , sizliklere dönüşüyorum.Kısacası oskara oynuyorum!Kendinden ödün vererek , sesini keserek ve her acıya tek başına göğüs gererek değişiyorum , değişiyoruz.Kısacası kendimizden gidiyoruz.
   Peki ya savaşlar , ölümler , boşuna kaybedilen huzur ortamı.Biz insanlıktan da gidiyoruz.

  Ben senden , ondan , sizden ve onlardan gidiyorum arkadaşım.Çünkü her geçen gün biraz daha vurdum duymaz ve biraz daha ukala olarak , dostluklar , arkadaşlıklar , mutluluk , hüzün adına verilebilecek tüm ödünlerimi size kurban verdim.Aşklarım , dostluklarım umarım bundan sonra akıllanıp terk edilmezsiniz ama ben hayatınızdan siz aklınızı başınıza alana kadar çıktım.Kısacası sizden gittim.

  Ve kendimden gidiyorum arkadaşım.Bir iç göç gibi gör bunu ya da uzun bir deniz seferi ama bu sefer gittiğimde yanımda hak edenlerin anısından başka anı olmayacak.Çünkü çok boş atan , kurusıkı adam var bu hayatta.!! Kafamı yamuklarla değil birbirine paralel kişilerle doldurmak istiyorum.Arkamdan söveceksen ve yüzüme güleceksen ne olur biraz erkek ya da kadın ol.En azından değer kazanırsın gözümde...

   Kendimden gidiyorum arkadaşım...Uzaklara , uzun bir süre hiç olmadığım kadar gitme isteği ile..gidiyorum  ve Diojen'nin dediği gibi "elimde fenerle adam aramaya çıkıyorum"...

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Söverim gelmişine geçmişine !!!

   Ne kadar yalnızlaşmışız biz , artık kimse bizimle aynı cümleleri kurar olmamış , bizim gibi yatıp kalkan kalmamış hayata.Ve sosyal sınıfların farklılığından dolayı kimse bizim derdimize yanar olmamış.Bir zamanlar düştüğümüzde kaldırılacağımıza inandığımız insanlar varmış , şimdilerde ise tek başımıza düşüp tek başımıza kalkar olmuşuz.Kimi suçlayayım gelişen teknolojiyi mi , unutan insan oğlunu mu ? Kendimizde mi arayalım herşeyin sebebini bilemedim ki ben şimdi...
   Uyanın arkadaşım ! Farkında değil misiniz , kalabalığın içerisinde tek başınıza kalmaya başladığınızın.Nerde arkadaşlık bağları , aile bağları.Ne olmuş bize ? Neden bu kadar başına buyruk ali kıran baş kesenlere dönüştük anlamıyorum.İnsanları dinleri , müzik tarzları , tercihleri ve yaşantılarından dolayı sınıflandırır olduk.Herkez birbirine yan yana yürürken canavar gibi bakıyor !!
   Yüzüne gülüp arkasından demediğini bırakmayan kendi egolarnı tatmin edememiş insancıklara dönüştük.Ben halbuki hep savunurdum çevremdeki insanları , hepsine bir kılıf bulurdum hataları olsa bile , şimdi bana sizi ne savunacak bir temel ne de yanımda yürütecek sebep bırakmadınız.Ne oldu size ? ya da bana ne oldu da böyle oldunuz.
   Eskiden alttan alırdık , sessiz durup ne yaparsanız yapın size tepki koymazdık.Şimdi hatalarınızı yüzünüze vuruyoruz diye mi dışlandık , "adam ol" dediğimiz için mi bu çekip gitmeleriniz.Çözemedim ki sizde ki şu hırsın sebebini.Bırakın işte aynı masa da yemek yiyip aynı mekanlarda geyik yapıyorsak aramızda bir fark yoktur demek oluyor bu.Ne olmuş kaşın , saçın benden daha güzel , cebin benden daha dolu , egoların benden daha yüksekse , benden daha büyük zevklere sahipsen ve gittiğimiz yol aynı değilse.Ben sadece "uçkuruma" düşkün değilim ve değer veriyorum.Bu yüzden mi kaybediyorum yani ! Pes ...
   Bak sana ne diyeceğim sana kendimden bahsedeyim biraz , ben resim çizerim , şarkı söylerim , şiir yazarım , kitap okurum , iyi bir dinleyiciyim , yerine göre konuşmasını bilir yerine göre susmasını bilirim , spordan voleybol ve futbol hariç anlamam , fotoğraf çekerim , arkadaş edinirim ırk din kişilik göz ardı etmeden , insanları ve herbirinin bana öğrettiği farklı herşeyi kendime ders bilirim.Sen nerdesin peki ? Hangi sınıftasın ? Artık kalmamış öyle zengin , orta , fakir diye bir tabaka.Hangi tabakasın ve bana benim gibilere bize nerden bakıyorsun.Biliyor musun kaç yıl oldu ananın karnından çıkalı sen ? En son orda görmüştün gözünü kamanştıran beyazı şimdi nerden geliyor bu ukalalık? Başın biz görmeden arşa mı değdi ? 
Yalnız kalıyoruz arkadaşım , yalnızlaşıyor , ve yalın bir hal alıyoruz !!! Zamana ayak uyduracağımıza ayaklarına takılıp bodoslama ilkelleşiyoruz !! 
   Kıskancım , sahiplenirim Allah!ına kadar severim."Elizabeth" ve "Elanor" ile yolları ayıralı hayli olmuş ama ben sizin kadar konuşmuyorum bunları.
   Sıkıldım siz insanların dar kafalılığı , kendini beğenmişliğinden,diğerlerini aşağıda görme durumunuzdan , dedikoduculuğunuzdan , kıskançlığınızdan , kendinizi "sahte erkekler" ya da "sahte kızlar" ilan etmenizden.Ulan bir olduğunuz gibi karşıma çıksanız ben de utansam dediklerimden !! Ama nerde ? Zaten karşıma çıkan ilk dobra , olduğu gibi olan kıza aşık olucam valla : ) ama şuanda yok öyle biri ne yazık ki ? Herkez farklı şeylerin sevdasına dalmış.Özlüyorum yaşamasamda plak dönemini.En azından herkezin birbirine karşı olan tutumu hakiki idi.
   Milenyum bizi yücelteceğine bozmuş meğer , bütün kızlar kutsal bakire bütün erkekler de delikanlıyım diye takılsın.Gidişatın farkına varamazsak herbirimiz yitirilmiş bir neslin tortuları olarak kalacağız ne yazık ki !!!


sövdüm gidiyorum 
sağlıkla ve özgülükle kalın...!

Queen / UNdEr pReSsUrE ; )

Mm ba ba de
Um bum ba de
Um bu bu bum da de
Pressure pushing down on me
Pressing down on you no man ask for
Under pressure - that burns a building down
Splits a family in two
Puts people on streets
Um ba ba be
Um ba ba be
De day da
Ee day da - that's o.k.
It's the terror of knowing
What this world is about
Watching some good friends
Screaming 'Let me out'
Pray tomorrow - gets me higher
Pressure on people - people on streets
Day day de mm hm
Da da da ba ba
O.k.
Chippin' around - kick my brains around the floor
These are the days it never rains but it pours
Ee do ba be
Ee da ba ba ba
Um bo bo
Be lap
People on streets - ee da de da de
People on streets - ee da de da de da de da
It's the terror of knowing
What this world is about
Watching some good friends
Screaming 'Let me out'
Pray tomorrow - gets me higher high high
Pressure on people - people on streets
Turned away from it all like a blind man
Sat on a fence but it don't work
Keep coming up with love
but it's so slashed and torn
Why - why - why ?
Love love love love love
Insanity laughs under pressure we're cracking
Can't we give ourselves one more chance
Why can't we give love that one more chance
Why can't we give love give love give love give love
give love give love give love give love give love
'Cause love's such an old fashioned word
And love dares you to care for
The people on the edge of the night
And love dares you to change our way of
Caring about ourselves
This is our last dance
This is ourselves
Under pressure
Under pressure
Pressure

20 Mayıs 2011 Cuma

ROXETTE / IT MUST HAVE BEEN LOVE

Lay a whisper on my pillow,
leave the winter on the ground.
I wake up lonely,
there's air of silence in the bedroom
and all around
Touch me now, I close my eyes and dream away.

It must have been love but it's over now.
It must have been love but I lost it somehow.
It must have been love but it's over now.

From the moment we touched, 'til the time had run out.
Make-believing we're together that I'm sheltered by your heart.
But in and outside I've turned to water like a teardrop in your palm.
And it's a hard winters day, I dream away.

It must have been love but it's over now.
It's all that I wanted, now I'm living without.
It must have been love but it's over now,
it's where the water flows, it's where the wind blows.

Geceye Fısıltılar..."Manyak mısın Oğlum Sen" !!!

   
   Tam bir dakika önce bomboş bir sayfaya bakıyordum.Bu gece yazacak cümlelerim var mı derinlerde acaba diye düşünüyordum , ya da susmalıyım diyordum tıpkı şu saatte durulmuş bir deniz gibi çöken karanlık misali Tuzla'nın üzerine.
   Sonra bir sigara yaktım  çektim uzun ama hırıltılı bir nefes en derine doğru ve  ötesinde karanlığın kollarına kendisini bırakan dumanları seyre daldım.Tutkulu ama bir o kadarda çekingen sevişmelere sahne oldu odamın haddinden fazla dolu hali ! nasıl bir şizofrenidir bu dedim kendime ürkütücü bir iç sesle ve toparladım kendimi.
   Pesimistik zaman bükümleri diyorum ben bu anlara genelde.Her biri dakikalar sürsede bıraktığı izler ve geçirttiği ataklar uzun soluklu oluyor.Aslında masaya yatırıp irdelemek istediğim o kadar çok olgu var ki ama nedense ne bir neşter yaratacak durumum ne de açtığım kesikleri dikecek güç var içimde bu aralar.Sadece felsefik sözlerden oluşan şarkılar dinleyip , kendime anlam kargaşı yaşatmak ve bir o kadar da çevremdeki insanları dinlediğim şarkılarla cezalandırma isteği var içimde.Mesela tam şuan da "stop crying your heart out" dinliyorum Oasis adlı gruptan.Ayıp değil mi arkadaşım adamı böyle dibe çeken şarkılar yazılır mı derken ardından ela ya çalan gözlerim olsa da "Behind blue eyes" Limp Bizkit coverını dinleyip heh tamamdır kendi gecemin resmen bir kahır bir buhran bulvarı haline gelmesine izin verdim diyorum =) tebrik edin beni hadi =).Ee boşuna okumamış Zeki Müren efendi "Ah bu şarkıların gözü kör olsun" diye.Kör olsun be sanat güneşim seni mi kırcaz.Kesin bana şuanda arkadaşım dinlediğin şarkılara bak bir de benden yaptığın alıntıya bak deyip kınıyordur.Özürler olsun : ) 
   Neyse efenim ( bu da çok değerli bir hocamdan kaldı sağolsun EFENİM) tam da böyle kendimizi duvardan duvara atıyorduk değil mi ? Manyak mısın arkadaşım dedi mesela şuan iç sesim hee tabii bir de sen bu kendi içinde tutarlılığı olmayan yazıları yazarak milleti de manyak mı edeceksin dedi ! dedim kapa çeneni ! yoksa alırım ayağımın altına ! Sonra" minik bir ikilem" tamamdır sonunda çıldırttı seni bu insanlar diye düşüncelere dalıyorum.Düşünüyorum da düşünüyorum biri şu beynimi çıkarsın bir daha da yerine takmasın Gerizekalı olmak istiyorum diyorum mesela şuan da !! Evet mesela şuan bazı arkadaşlarımın inanmayacağını bilsem de Pink Floyd dan "Wish you were here" geliyor.Zaten tanıdığım ve çok değer verdiğim bir kadın ( ki ben ona tanrıçam diyorum) dünya üzerinde yapılan şarkıların %90 ı ayrılık üzerinedir demişti.Katılıyorum sana burdan haberin olsun Melek seslim.Bak konu yine dağıldı gitti.Bir konumuz var mıydı acaba ? neyse eğer şarkıların %90 ı ayrılık üzerineyse bu insanlar sevmeyi de sevilmeyi de bilmiyor arkadaşım haberiniz olsun diyorum.
Jason Mraz dan "I am yours" çalıyor.Bu şarkıyı da ne zaman dinlesem sırtıma yırtık çantamı takıp cebime biraz para atıp kafama bir şapka takıp basıp gidesim geliyor.Bunu en yakın zamanda da yapacağım tanıyanlar bilirler beni=)
Arthur Rimbaud 'un dediği gibi "Ben aslında bir başkasıdır" cümlesi ne kadar ufak görünsede resmen anlayanın alnına çakılıyor şuanda!!! Sağol sadece geceleri ortaya çıkan ikinci kişiliğim sayende aynı beden içinde pezevenk ve fahişeyi canlandırıyoruz.Ki bu da aklıma Yıllar önce izlediğim "Gloria" adlı filmi getiriyor.
   Farkedildiği üzere , çevremdeki herkesin o kadar ikili oynadığını düşünüyorum ki , biraz endişeliyim bu konuda.Ben de bu yüzden en kısa zamanda bir çim biçme operasyonu yapıp hayatımda ki ısırganları temizlemeyi düşünüyorum.Merak etmeyin sizleri çöpe değil suyunuzu kaynatıp ruh sağlığıma iyi gelsin diye hayırlı bir iş için kullanacağım.
   Creedence Clearwater Revival "have you ever seen the rain" dinleyip birazcık çift kişilikli halimi bastırmaya çalışıyorum.Yahu şu yazıyı şimdi bir silesim geldi anlatamam.Baksanıza bir kurgu yok.Bodoslama gidiyor.Ama saklamayın benden biliyorum her biriniz bir an geliyor benim gibi oluyorsunuz, ben çok tanıdım ikiden fazla kişiliğe bölünen tipleri.Sakınıyorum artık sadece.
   Bende artık duygusallık romantizimde kalmamış, odun yaptınız beni burdan size sesleniyorum Ormancılarım.Geçen bir şiir yazayım dedim , resmen klayve ağladı ( bu da teknolojik edebiyat nasıl ama), sen dedi bırak bu işi artık senden olsa olsa Nihat Doğan olur saçmalayıp durursun dedi.Eyvallah çektim sildim şiiri.Bunların tek suçlusu o kendini bilmez "şırfıntıcıklarım".Ben mi gözlerini açtım , onlar mı ben de gözlerini açtı çözemedim ama sonrasında baya bir açılan şey oldu tabi (ironi yapıyor çocuk ne ilginç!)...Hayde yazı nerden nereye geldi halbu ki çok masumhane başlamıştım edebiyat parçalıyordum azcık yukarda.Bununda tek suçlusu benim şu "pezevenk" tarafım.Yanlış anlaşılmasın pezevenk eski anlamıyla "arabulucu demek" bir de lisedeki edebiyat hocamın bana kullanmasıyla öğrendiğim uçarı delikanlı.Burdan ellerini öpüyorum Şahin hocamın tabi beni unutmadıysa adamın yüzünü görmeyeli neredeyse 6 yıl oldu.Maşallah toplu çıkarış yaptık bu yazı sayesinde herkezi andık herkeze sövdük.
   Geceye fısıldayayım dedim benim şu kahrolasıca iç sesim "manyak mısın oğlum sen" dedi bana.Sonrasında sizin gözleriniz ve dudak hareketlerinizin eşliğinde bu ne idü belirsiz yazı çıktı ortaya.Hala silmek için bir şansım var ama malesef iki elimde dolu e klavyeyi yalayamayacağıma göre ! bu seferlik maruz görün olur mu beni : ) 

Efenim , böylelikle pireler tellal iken , bir varken bir yokmuş iken , cümleler birbiri ardına hiçbir anlam bütünlüğü katmadan akıp gitmişler.Ben şimdi bir sigara daha yakıp şu dumanla odanın karanlığı arasındaki ilişkiyi biraz daha şehvetli hale getireyim :) 
Hepinize sağlık ve özgürlük diliyorum 
Rüzgarınız hiç eksilmesin...

not bu yazı aşı derecede ; dedim , ve , he bi de , gibi saçma sapan kelimeler içeriyor =)

PORTISHEAD / ROADS

Oh, can't anybody see,
We've got a war to fight,
Never found our way,
Regardless of what they say.

How can it feel, this wrong,
From this moment,
How can it feel, this wrong.

Storm,
In the morning light,
I feel,
No more can I say,
Frozen to myself.

I got nobody on my side,
And surely that ain't right,
Surely that ain't right.

Oh, can't anybody see,
We've got a war to fight,
Never found our way,
Regardless of what they say.

How can it feel, this wrong,
From this moment,
How can it feel, this wrong.

How can it feel this wrong,
From this moment,
How can it feel, this wrong.

Oh, can't anybody see,
We've got a war to fight,
Never found our way,
Regardless of what they say.

How can it feel, this wrong,
From this moment,
How can it feel, this wrong.

Lorenzo's Oil / Lorenzo'nun yağı



   Herhalde bir daha karşıma çıksa herhangi bir televizyon kanalında hiç düşünmeden kanalı değiştirebileceğim nadir filmlerden birisidir "Lorenzo's oil""Lorenzo'nun yağı".Kötü olduğundan ya da berbat bir bütçe ile çekildiğinden değil , insanlığa bahşedilen duyguların , özellikle benim gibi filmlerden etkilenen biri olan kişiler için sakıncalı bir filmdir bu.Bir ailenin dramını , tüm gerçekliği ile yansıtıyor seyirciye , işlediği konunun ağırlığı insanın üzerine bir balyoz gibi düşüyor ve şükretmeyi öğreniyor her birey kendi hayatının gidişatına bakıp.En azından sağlıklıyım buna da şükür dedirtmesi bile büyük bir başarıdır diyebiliriz. 
   Filmin oyuncu kadrosunu göz önünde bulundurursak benim hayran olduğum yegane oyuncu ufak kahramanımız Lorenzo yu canlandıran "Noah Banks"tır.Böyle bir oyunculuk olamaz arkadaşım.Ne zaman aklıma bir hastalık gelse direk bu çocuk gözlerimin önünde canlanıyor.Artık nasıl bir yetenek olduğunu siz izleyip kendiniz görün.Özellikle bir kriz sahnesi vardır ki filmde ben insanım diyen herkesin gözlerini doldurup hatta böğür böğür ağlatabilir.Kahraman babamıza gelirse "Nick Nolte" tarafından canlandırılıyor Augusto Odone.Bir babanın neler yapabileceği hakkında inanın bu filmi izledikten sonra sınır olmadığını kabulleniyorsunuz.Özellikle bir sahnesi vardır ki baba bir kütüphanenin merdivenlerinden en alttaki merdivene kadar sürüklenerek iner ve acı içinde ağlar , bu sahne belki de bu filmi kendime yasakladığım yegane sahnedir.!! Annemiz Michael Odone"Susan Sarandon" bir annenin ne kadar özverili ve çocuğu için kendi hayatından nasıl vazgeçebildiğinin tek örneği.Özellikle Lorenzo atak geçirirken her sahnede büyülü ve dev bir oyunculuk izliyorsunuz.İnsana Pes yani dedirtiyor.Filmde belki de sadece başta ve sonlara doğru görünen ama Lorenzo'nun en yakın arkadaşı olan "Maduka Steady" Omouri var.Bir insanın nasıl dost olması gerektiğini ve en kötü zamanında dostun neler yapabileceğinin kanıtıdır Omouri.

  Ve işin en acıklı yanı , bu yaşanılanların hepsinin birebir gerçek olması.Bu dünya üzerinde birileri bizim hayal edemediğimiz acılarla mücadele ediyor ve pes etmiyor.Biz kendi acılarımızın bu kadar büyük olduğunu düşünüp kendimizi bunalıma sokarken , dışarıda bir yerlerde kaldıramayacağımız acılar yaşanılıyor ve kimse bilmeden , duymadan son buluyor.Lorenzo'nun babası bu yaşadıkları sonucunda Fahri doktora ödülü aldı.Ve hala "ADL" hastalığı üzerine bir derneğin başkanlığını yapıyor ve bu hastalıkta kendi çocuğunu kurban vermiş olsa bile ondan sonra gelecek olan nesillerin aynı hastalıktan hayatlarının kararmasını engelliyor.Annemiz ne yazık ki yaşadığı acılara daha fazla dayanamamış ki kanserden 2000 yılında öldü.Lorenzo ise 2008 yılında hayata veda etti.



    Çocuğun hastalanacak , ve tedavisi olmayacak , kimse kılını kıpırdatmayacak ve sen o hastalığa bir çare bulacaksın hem de kütüphaneden yıllarca çıkmadan , işinden kovularak , paran olmadığı halde ordan burdan para toplayarak.Sanırım baba olmak anne olmak ne demek bu film anlatıyor.
    Lorenzo'nun yağı ismi de nerden geliyor diye soruyorsanız eğer şöyle ifade edeyim , ADL hastalığının yayılmasını engelleyen ve Augusto Odone 'nin araştırmaları sonucu geliştirdiği daha sonra İngiltere de bir Kimyager tarafından özel olarak birkaç yağın süzdürülmesi , damıtılması sonucu elde edilen yağ.
   İzlemediyseniz kesinlikle izleyin bu filmi ! Ama bir kere izlemek size yetecek hatta artacaktır inanın bana.Benim Arşivimde özel olarak DVDsi var.Ama karşıma çıkmasını bile engelliyorum=) 

Lorenzo'S Oil 1992 Trailer
 
Sağlık ve Özgürlük ile kalın;)

19 Mayıs 2011 Perşembe

Minik Annem'e =)


Bu hayatta en büyük gücüm olduğun için
Benimle beraber ağladığın için
Bana hep İKi TANE ANNEM var dedirttiğin için
Benimle aç kalıp benimle doyduğun
Bu hayatın seni Yıkmasına izin vermediğin
Yapıcı olduğun ve karanlıkta çevrene güneş olduğun için
KANATLARIM olduğun için
Yanlışlarımda karşımda durduğun ve ne olursa olsun destek olduğun için
Dünyanın En şirin annesi olduğun ve BENİ DAYI yaptığın için
NEFESİM OLDUĞUN
SARMALADIĞIN...
Bu hayatta BANA BAHŞEDİLEN EN DEĞERLİ ŞEY OLDUĞUN İÇİN MİNNETTAR VE MUTLUYUM..

KÜÇÜK KADINIM
MİNİK ANNEM BENİM...
ABLAM
SENİ SEVİYORUM İYİ Kİ DOĞDUN...

Yıldız Tozları Ay ışığı / tavan arası demir parmaklıklar...


Çocukluk masallarımız vardır her birimizin.Dinlerken kendimizi yerine koyduğumuz kahramanlar , gittiğimizi hayal ettiğimiz mekanlar ve bittiğinde bizi gerçekle hayal arasında sıkıştıran cümleler topluğu.
Bazen kendime hep o arada kalsaydık diyorum.Bir zamanlar sadece hayal gücümün el verdiği kadar mutluydum,sonsuzdum.Kendi film müziklerim , kendi hayali arkadaşlarım ( bunlara halk arasında “casper” denir) J  ki şuanda benim “casper” im bu yazıyı yazarken bana araç olan sevgili ama bir o kadarda kazıklanarak aldığım bilgisayarım ve bu da hayallerden gerçekliğe nasıl bir geçiş yaptığımın kanıtı oluyor ne yazik ki !!
            Büyüdük..Hem de zorla.Belki de çocukluğunu yaşayamamış bir generasyonun nadir üyelerinden biriyim ki çevremde tanıdığım ve onlarla gurur duyduğum bir kaç kişi daha var böyle.O kadar kaliteli insanların oluşturduğu bir ailede büyüdüm ki aslında , her biri bir o kadar benzersiz, ama ne yazık ki bu kalite sadece kendi evimizin sınırları içerisinde kaldı yıllarca ve çevremiz zehirli akrabalarla , insanlarla bezenmişti.Hiçbir zaman adını anarken gurur duyacağım ve özenle anlatacağım bir “akrebim” olmadı , her defasında güvenip sokulduğum ve sokulunca terk edilip üstüne bir de güvendiğim için dalga geçildiğim insancıklarım oldu çevremde.Kendi “hayvanat bahçem” anlayacağınız.
            Zamanında yıldız tozları saçardık sevdiklerimize ve ay ışığı altında romantik cümleler sarf ederdik.Ama gördüğünüz gibi “çiğ süt” emmiş çok sevgilim oldu benim.Beni sağırdılar uzun sürelerce tek sorun ben süt değil kan veriyordum, her defasında kendi canımdan can katarak ayakta tutmaya çalıştığım ve her defasında ölüp dirildiğim “boş inanışlarım“vardı.Sonrasında sevmekten de vazgeçtik  bu sayede.
            Sonra zaman geçtikçe masalların aslında yaşayamayanların belki birileri yaşarda egolarımızı tatmin ederiz diyerek oluşturdukları ve sadece hayattaki gerçekleri sis perdeleri ardında bırakmak adına yazılan “boşluklar” olduğunu kabullendim.Hoştur “masallar” diyorum ama benim sevdiğim bir tanecik masal bile yok aslında.Ben küçük hikayelerin adamıyım kabullenmem gerekirse..Nedense çocukluğumdan gelen bir fantastik dünyanın üyesi olma hayalleri var bende.Elfler , periler iyiler ve kötüler. J.R Tolkien bile kendi masalında aslında çevresindeki gerçeklikleri yazdıysa ve her karakter dünya üzerinde bulunan bir ırkın aynadaki yansıması ise ben yazmayayım öyle birşey değil mi ? Yapan yapmış zaten canım ne gerek var =)
            Kendi masallarımızın, hikayelerimizin kahramanlarıyız biz.Çevremizde seçerek döşediğimiz  ve seçme şansımız olmadan  içlerine düştüğümüz insanlar var.Ama hayat bu kadar da acımasız değil , o kadar sıkıntının ve kederin içinde sarıldığımız ve bulduğumuza şükrettiğimiz bireyler de yok değil ! Zaten büyümenin yollarında kimi seçip kimi seçmememiz gerektiğini çok iyi bilir hale geliyoruz değil mi ?
            Burdan “fesatlarıma” , “kıskançlarıma” , “şükürlerime” , “tebessümlerime”,”gözyaşlarıma” , “maceralarıma” sesleniyorum şimdi
            Hiçbirinize kırgın kızgın değilim
            Siz olmasaydınız ben nerden bilirdim “Pandoranın kutusunun” varlığını.
            Düştüğümde güldüğünüz ve kalmak için içimdeki o gücü bulmamı sağladığınız için
            Arkamdan konuşup beni sizinle yüzleşmek zorunda bırakmadığınız ve kendi cümleleriniz günahlarınızla boğuldunuz için
            Akrabanın aslında bir “akrep” olduğu gerçeğini bana yaşattığınız ve bu yüzden bana insan silmenin ne kadar GÜÇ VE BASİT olduğunu öğrettiğiniz için.
            Sevmenin HERKESE yakışmadığını Sevildiğin zaman Sevmenin anlam kazandığını öğrettiğiniz ve RİYAKAR olduğunuz için  Teşekkür ederim.

            Ve sizlere “canlarım”
            Benim nefesim olduğunuz
            Bu hayatta mucizelerin olduğuna “mucize olduğunuz”
            Yıldız tozlarına , deniz kızlarının varlığına inandırdığınız
            Müziğin aslında yaratılan değil yaşanılan bir şey olduğuna
            Düştüğümde beni kaldırmak yerine benimle beraber düşüp BENİMLE BERABER KALKTIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM...
                                                                                                                                       
            Ben şimdi Demir parmaklıklarımın arkasında ve kendi tavan aramda dünyaya yıldız tozları ve ay ışığı saçıyorum ALABİLENE ne ala , ALAMAYANA hadi EYVALLAH diyorum !!!