27 Şubat 2011 Pazar

Araf...

     Terk edilmiş aşklar adına yazılacak tek şey artık aşka giden yolu bulmanın imkansızlık derecesinde olmasıdır.Geçmişten kalan kursağınıza takılan "o" kişiler günü geldiğinde aşağı doğru düşecektir.Malesef kısa bir süreç değildir bu.Uzun ve acı veren bir yoldur işin gerçeği.Ne devrilmiş kadehler yardımcı olur ne de başı dönen geceler.
     Fakat öyle bir an vardır ki , unutulan bir arkadaş gibi tekrar hayatınıza girer.Halbuki o sizi en büyük pişmanlıkların hataların kollarına atmıştır zamanında.Siz ona sevgili niyetiyle bakmaya çekinirken o size arkadaş damgasını vurur ve sizi bir ikilemin kollarına mahkum eder.
      Bir zamanlar çocuksunuzdur ve şimdiki o delikanlı o çocuktan nefret eder.Neden en büyük mutluluğunu en büyük sevgisini kendi elleriyle ittiği için...Araftır o dostluk ve aşk arasındaki kör bölge.İki tarafı da can yakar ama siz tepkisiz kalırsınız anlamasın gitmesin diye.
     Sevmeyi size öğretene karşı arkadaş olmayı öğrenmeye çalışmak en büyük ikilemdir işte.Kısacası bir tarafın mutluluğundan vazgeçmektir bu.Genelde de geçen siz olursunuz çünkü ikinci bir kaybetme ilkinin yaralarını açmasının yanında daha büyük delikler açar yürekte ve siz kendi içinize düşersiniz...

eee ne yapacaksınız o zaman ?
O arafta kaybolmak mı ? yoksa o arafta şükretmek mi ?


20 Şubat 2011 Pazar

Kendine yaptığın yolculuklar üzerine...

    

    Uzun ve yalnız bir yolculuk...
    Belki de her insanın yaşadığı bir içe göç...
    Güneşin daha ışınlarını salmadığı bir toprak parçası üzerinde sadece gitmek.Ne kadar çok hata ve ne kadar çok yenilgi var aşktan , dostluklardan ve hayattan yana.
    Hiç pes etmemişiz meğer.Hep diz çöküşlerimizin açısal konumunda kalkmayı öğrenmişiz.Hayallerimiz varmış mesela , kimilerine göre gerçekleşebilecek , kimilerine göre kursağımızda kalacak.
     Alacakaranlığın ortasında gittiğimiz durakları bilmeden gitmek varmış sonuçta.Ne büyük boşluklar var ufak olarak nitelendirdiğimiz yürekte.Bir yumruk genişliği çapında bin adımımız var alınmamış.
     Herşeye karşı kırgınız.İnandığımız aşklara , yasak ilişkilere.İşin garibi bu düzenbaz oyunlara mesken tutan yine bizleriz.Biz seçtik böyle olmasını çünkü.
      Hep kişiliğimden / kişililiğinizden bir ödün vermek zorunda kaldınız / kaldım.Her adım bizi bildiğimiz bizden uzağa atıyordu.
     Şimdi sokaklarda benim gibi boş.Ve az önce çiğ düşmüş asfaltın çatlak tenine.Herşeye şahit olan ve hep kör olanım / olansın.
      Kapılar açılan ve kapılar kapanan...
     Kader dediğimiz o kıvrımlı yollar ve hangi yönde gitmemiz gerektiğini söyleyecek olan 21 gramlık bir kavram.
Üzülme çocuk ! Her kaybediş belki de sonsuz mutluluklara gebe kalmanı sağlayacak o rahme düşen ilk dokunuş gibidir.Yeniden başlaman gereken birkaç durağın vardır ömür denen süreçte.Geçmişin ve onun sana yaşattıklarını unutmak adına sana hediye edilen o latin kökenli zaman aralığı işte.Gelecektir bekle...!
     Allah'ın hakkı kimilerine göre üçtür kimilerine göre hak edilen kadar...
    Ders çıkarman gerektiğini bilmelisin.Her dersin bir sonu olduğu gibi artık kendi yetilerine güvenmeyi öğrenmelisin.
    Sıfırdan başlamak adına derin bir nefesle cesur bir adım almalısın.Seni senden farklı kılan fakat hala sen olarak saklayan bir sıfır.
    Belki de yeniden inşaa etmeyi öğrenmelisin yüreğini.Çünkü er ya da geç sıkılacak yalnızlığın.Bir adı özlemişliğin olacak ve o gece yalnız uyumamayı isteyeceksin."Bekarlık Sultanlıktır" yetmeyecek artık ve işte bu yüzden yeniden sevmeyi öğrenmeden kırıklarını tedavi etmeyi öğreneceksin.
İlk önce sen olmayı 
Adam olmayı / Kadın olmayı çözmelisin
ve sonra sevilmeyi tatmalı onu hak etmelisin...



19 Şubat 2011 Cumartesi

Shirley Bassey / this is my life...

      Bazı şarkılar dinleyen için bir hikaye olur kendisinden yana...Her ne zaman o şarkıyı dinlese dalıp gider içli içli ve kimselerin girmesine izin vermediği o engin düşünce denizinde kulaç atmaya başlar.İşte öyle birşey bu şarkı benim için THIS IS MY LIFE /SHIRLEY BASSEY...İyi ki böyle bir şarkı yazılmış ve iyiki bu eşsiz ses yorumlamış onu...



Funny how a lonely day, can make a person say:
What good is my life
Funny how a breaking heart, can make me start to say:
What good is my life
Funny how I often seem, to think I'll find never another dream
In my life
Till I look around and see, this great big world is part of me
And my life
This is my life
Today, tomorrow, love will come and find me
But that's the way that I was born to be
This is me
This is me

This is my life
And I don't give a damn for lost emotions
I've such a lot of love I've got to give
Let me live
Let me live

Sometime when I feel afraid, I think of what a mess I've made

Of my life
Crying over my mistakes, forgetting all the breaks I've had
In my life
I was put on earth to be, a part of this great world is me
And my life
Guess I'll just add up the score, and count the things I'm grateful for
In my life
This Is my life
Today, tomorrow, love will come and find me
But that's the way that I was born to be
This is me
This is me

This is my life
And I don't give a damn for lost emotions
I've such a lot of love I've got to give
Let me live
Let me live

This is my life
This is my life
This is my life


Felekten bir gece / karaoke

    

   Kimseyi tanımadığınız bir mekanda hiç bilmediğiniz şarkıları hiç görmediğiniz sözlerle harmanlayıp performans sunmak inanın bana başınıza gelebilecek en unutulmaz anlardan biri =) O hayran olduğunuz eşsiz şarkıcıların şarkıları sizinle vezir ya da rezil olur...
    Herşeyi unutursunuz kulaklarınızda müzik size eşlik ederken.Dertmiş , kedermiş , dışarıda yürürken kederlenen çocuk olmaktan vazgeçersiniz artık.İsminin ne olduğu bilinmeyen güzel sesli insan oğlusunuz artık siz ve belli bir tarzınız da yok ; rock , blues , pop , türkü , özgün Allah ne verdiyse ses tellerinizin el verdiği aralıklarda eğlenerek , detone olarak , sürtone olarak zaman geçirirsiniz.
    Felekten bir gecedir bu.Belki iki belki de üç ay sonra tekrarlanması çok az olan o size bahşedilen enerji saçma gecesi işte.
    Teşekkür etmek , şükretmek ve anın tadını çıkarmak lazım değil mi =).Tanımadığınız insanlarla düetler geceyi renklendirir hatta.Müzik evrenseldir ve bir karaoke sahnesi buna şahit ve kanıttır.Bir iki kadeh atıp eğlenmek hakkımızdır / hakkınızdır.Ne olursa olsun sakınmayın bunu kendinizden.Belki içinizde keşfedilmeyi bekleyen bir rockstar vardır ne malum ;)
    Hayde şimdi tam sırası alın DOSTLARINIZI ve bir karaoke bara gidin.
    Ve en son olarak da Kazım'ı anmayı unutmayın ;)

16 Şubat 2011 Çarşamba

Creedence Clearwater Revival



Put a candle in the window
Got a feelin', got to move
Oh, I'm gone, gone
I'll be comin' home soon
Long as I can see the light

Pack my bag and let's get movin'
'Cause I'm bound to drift a while
When I'm gone, gone
You don't have to worry long
Long as I can see the light

Guess I've got that old travellin' bone
Got a feelin', won't leave me alone
[From: http://www.elyrics.net/read/c/creedence-clearwater-revival-lyrics/long-as-i-can-see-the-light-lyrics.html ]
But I won't, I won't be losin' my way, no, no
Long as I can see the light
Yeah, yeah, yeah, oh yeah

Put a candle in the window
Got a feelin', got to move
Oh I'm gone, gone
I'll be comin' home soon
Long as I can see the light

Long as I can see the light
Long as I can see the light
Long as I can see the light
...

Vagondan yitik cümleler...

     Hayat sonu gelmez tren yolculuklarına benzer genel olarak.Arka fonda raylar ve trenin demirden tekerleklerinin eşlik ettiği o naif ritim ve çeşitli manzaralar eşliğinde.Hüzünlüdür tren yolculukları.İstasyonlarda yerlerde bulunan bitmemiş izmaritlerin çıkardığı dumanlar şahittir bu hüzne.Bana göre de yaşamı sorgulama fırsatı verirler.Birbirinden farklı yüzlerce çehre ve her birinin yaşamakta olduğu kişisel romanları içerir bütün vagonlar.Herkes birbirini izler çaktırmadan ve ister istemez devrik cümleler kurulur farklı kırışıklıklara kanılarak yüzlerdeki.
     Bana her zaman Jack London'nın "Demir yolu serserileri" adlı kitabını hatırlatır bu deneyim edilen ikilemler ve ironiler.
     Hayat devam eder öyle ya da böyle , hep bir treni bekleriz ya öyle birşey işte.Kimi işten erken çıkar , kimi sevgilisi ile buluşmaya gider kimi de bir akraba ziyaretine.İyi ve kötü olan yollar bunlar.Doksan derece ile yer eden raylar üzerinde rüzgar gülünün el verdiği bütün yönlere gitme hakkı tanılır her bireye.
    Her ne zaman trene binsem farklı kişiliklerin hayatlarını merak eder dururum mesela.Hani bir günlük bile olsa kendi bildiğim kahramanlardan yabancı olan başka roller üstlenmiş insanların hayatlarına ufak bir tren yolculuğu.Farklı acılara , farklı mutluluklara iz düşümü yapan yolculuklar işte."Ömrümün en uzun ömrümün en kısa" yolculuğu belki de Yılmaz abinin bahsettiği gibi.
     Tren yolunun sağ ve sol kavramında yetenekli gençlere bahşedilen o upuzun tual duvarlar mesela...Tanınmamış sanatçıların isyankarlığa vaad etmiş oldukları renk curcunası unutulup gidecek olan sanat eserleri "grafitiler".
     Çok duygusal bakmıyorum aslında ama insanlar indikleri trenlerin arkasından bakmayalı çok zaman olmuş.Unutmuşlar artık.
      Bir de şöyle ilginç bir imkan tanır trenler.Yolculuk boyunca misafir olunan binlerce ev.İnsanları hiç olamayacakları kadar zengin hiç olamayacakları kadar fakir kılan o evler.Yerine göre imrenilen yerine göre şükrettiren...
      Mesela...
      Sonra üzerinde "bir şişe iyilik" yazan ve soğuktan korunmak için giyilmiş yeşil montu ile bir çocuk çıka gelir uzun koridorun ortasından ve garip bir ses tonu ile sorar "selpak alır mısın abi ?" işte o an iki trenin yanyana geçmesi sonucu oluşan o kuvvetin vücuda etkisi olur..Kimi zaman şiddetli ve ürperten ki mi zaman da naif ve sessiz.Yine de iz bırakır.
      Trenler böyledir işte.Kendi içinde bir anı , tamamlanamayan paragraflar , hikayeler , kompozisyonlar ve romanlar olurlar.Hiç binmeyen var mıdır bilmiyorum trene ama biliyorum ki bu bir avantaj değil kayıptır o benlik için.
       Ve sonra yavaşlar tren..ağır ağır...Sonuçta inersiniz o size beyin fırtınası yaşattıran vagondan.Ardından bakmazsınız biliyorum.Ordadır görmezsiniz bu eşsiz yolculuğu...


    Ben mi ? 
    Döndüm baktım...ve düşündüm...acaba o yeşil montlu çocuk kaç mendil sattı diye ?...



    16.02.2011_çarşamba_

   Saruhan Osmanoğlu