8 Eylül 2011 Perşembe

Ağır roman



Ağır roman filminden çok ağır bir şarkı diyelim ;)

Kiralık...


 Hiç duramıyoruz ait olduğumuzu sandığımız yerlerde.Hep bir rüzgara,yağmura ya da depreme kapılıp gidiyoruz.Hayatımızın tüm evrelerini farklı duvarlar arasında geçiriyoruz.Çocukluğumuzun sesleri bir başkasının ten kokusunda,sesinin tınısında, tanıdık bir evin duvarlarında sinmiş duruyor.Gençliğimizin haytalıkları aynı kumsalda farklı bedenlerin altında,farklı cümlelerin rehberliğinde diğerlerine yol gösteriyor.Zaman bizden sevgileri,beraberlikleri,anıları süpürüp gidiyor.

Size de olur mu bilmem ama bazen nereden tanıdığımı bilmediğim bir koku geliyor burnuma yolda yürürken ya da otobüste yolculuk yaparken.Birkaç saniye bilmediğim ama düşünebildiğim bir kişiye ya da bir yere gidiyorum.Herşey soyut.Boğuk sesler ve bulanık benlikler.Sonrasında, kendime geldiğimde yüzümde istemeden oluşan bir tebessüme ve onun verdiği keskin olan, vücudumun kuzeyinden güneyine uzanan sıcak huzura şaşırıyorum. .Sanırım hepimiz ait olmadığımız yerlerde ait olduğumuz yerleri anımsıyoruz deyip dinlediğim müziğe yoğunlaşıyorum.
Mesela beni en çok etkileyen şey taşınma sırasında eşyalarımızı toplayabiliyor,kolilere koyabiliyor olmanın yanında yeni kişilere odaların her karışına kadar  yayılmış anıları bırakmak oluyor..İlk sevişmeler,ilk gözyaşları,ölümler,partiler.Görebilene ömürlük dizi ziyafeti adeta.
Bu kadar da karamsar olmamak lazım tabii.İçine kafamızı ve yıllarımızı soktuğumuz o yeni evde bir başkasının anılarını sindirmiş oluyor mesela.Duvarlarda bırakılmış çiviler,pastel boyalarla çizilmiş amatör evler,posterlerden geriye kalan bantlar ve kalkmış boya tabakaları ve o sana çok yabancı insanların kendine has kokusu.Tıpkı yeni bir kitap gibi sayfaları ilk açıldığında ciğerlere yayılan o saman ve kağıt kokusu.
Bu yüzdendir ki evleri kitaplara odaları da kitapların kahramanlarına benzetiyorum.Başlangıcı kırık umutlara ve beklentilere doymuş, sonucu ise terk etmenin ağırlığına ve yeni maceralara gebe olan.
Ömrümün en güzel yıllarını yaşamamış olabilirim ama şimdiye kadar en güzeli olduğunu düşündüren evlerim ve öz olmadan aile olarak benimsediğim, o evin içini doldurduğum porselen bireylerim oldu.Yeri geldi ben de onların evlerine bir birey oldum.Ne mutlu bana ve onlara.
Korkar insan yeni adımlardan daima.Hani birisine aşkını itiraf etmekten vazgeçmeni sağlayacak o garip saniyelik korku kıvamında.Yeni adımlar yeni evlerin kapılarını aralar ve içeriye kendi kokumuzu, kendi birikimlerimizi kusar tüm duvarlara.
Çok ev taşıdım ben.Çok arkadaş, az sevgili bıraktım ardımda.
Karagümrük,avcılar,acıbadem,ümraniye,tuzla...Avrupadan anadoluya uzanan ve ordan da bu şehrin sınırlarını terk eden romanlardan oluşuyor benim çocukluğum, gençliğim.Zaten sonrasında da bu kadar kitap beni evsizliğe kadar götürdü...Artık ne duvarlarım ne de eve benzer sığınaklarım var.Demirden ve istekli hapishane kıvamından oluşan gurbet hikayeleri okuyorum şu aralar.Kendim düştüm demiyorum çünkü kendimle beraber çevremde bulunan herkesi sırtlandım bu sayede.Bazen özveride bulunmak gerekir ya öyle birşey işte.

Kiralık evlerde kiralık öyküler yaşıyoruz...


“Olsun zaten aşklar hep böyle...”