6 Şubat 2012 Pazartesi

Doğduk, Emekledik, Yürüdük...KOŞUYORUZ...

    Nereden başlayacağımı bilmiyorum açıkçası o yüzden sadece yazmak geliyor içimden...Kelimeleri şöyle tıklım tıklım bir araya koyarak bir kaç anlamlı cümle çıkarmak niyetindeydim sadece bu yazıya başlarken fakat aklıma geçirdiğim yıllarım geldi.Dokuz taş oynadığım acıbadem sokakları, kar yağdığı zaman sobanın üstünde üstüne şöyle inceden bir çizik atılarak pişirilen kestanenin kokusu, bozacının artık hiç duyamadığımız sesi, panjurun üstünde manyaklar gibi kayarak dizlerimizi kanatmamız sonrasında “çaça” denen o siyah şeytansı köpek (nasılda ısırmıştı beni, kendimi sevdireceğim diye yapmadığım şey kalmamıştı o dünyalı şeytana ama o beni ısırdı J ) , askeri hastanenin sınırları içine kaçtığı zaman umudu kestiğimiz o renkli toplar geldi aklıma...

    Zamanın elinde nasıl da değersiziz...Şu yılları bir kamera ile kaydedebilme şansım olsaydı eğer herkesin kendi hayatı hakkında dediği gibi “oskarlık bir film olurdu benim hayatım” diyebilirim.Seneler geçiyormuş gerçekten hem de göz açıp kapıncaya kadar “gözüm”...Hatırlamadığım o kadar çok şey var ki aslına bakarsanız.Bazen bir koku, bir ses duyduğum zaman saniyelikte olsa gidiyorum o günlere ve hiçbir şey tutup çıkaramadan hafızamın o kuytusundan olduğum zamana geri dönüyorum.

   Mesela ilk aşkımı hatırlıyorum... O saf, hiçbir arzunun egoları ve libidoyu körüklemediği o ilk aşkı.Bir otobüsün içerisinde yaşanan kırık dökük çocukluk umudu, annemin bana Fransadan getirdiği dünya kupasının topunu hatırlıyorum bir de tişörtünü, ablamın erdekte diskoya giderken beni de götür diye yeri göğü inleterek bir genç kızın mükemmel yaz gecelerine vurduğum şerefsiz darbeleri ( hatta bu yüzden bir kere dayak bile yedi yavrum! ) Erdekte yaptığım ve uzun yıllar çekmek zorunda kaldığım hatalarımı hatırlıyorum...

   Anneanne mi hatırlıyorum mesela...O yılların bir dalga gibi vurupta teninde ince ince çizgiler bıraktığı o kadını.Az gelmedi ilkokulda sınıfıma.Her şikayette biterdi güzel yüzlüm.Nebahat hoca da az değildi ama biliyordu ona ne kadar değer verdiğimi.Nebahat hoca dedim de yıllar oldu görmedim o bana “A”yı “B”yi öğreten kutsal kadını.Hatta bir keresinde şöyle bir olay olmuştu anlatmadan geçemeyeceğim ; Son ders mi neydi, Nebahat hoca yorulmuş (o gün çok yormuştuk o kadını) böyle garip garip sorular soruyordu bize ki susalım, düşünelim, beynimizi kullanmayı öğrenelim kas gücümüz yerine birazcık diye.”Her sabah neden yüzümüyü yıkarız” sorusunu sorunca (bir gün önce anneannem şeytan yüzümüze işediği için her sabah yüzümüzü yıkarız yavrum demişti bana) kalktım ve hiçbir sansür olmadan aynı cevabı verdim ( buradan görüldüğü üzere beynimi biraz geç kullanmaya başladım benJ ) Hocanın yüzünde oluşan o şok ifadesini, sınıfa bomba gibi düşen sessizliği hayatta unutamam.Nebahat hocadan cevap gelir “ evladım şeytanın hiç mi işi yok her sabah hepimizin yüzüne işeyecek mübarek çok su içiyor herhalde”...Ne gülmüştük ama..Tabii ben “ah anneanne alacağın olsun” diye diye evin yolunu tutmuştum.Allahtan işiyor demiş ne bileyim böyle mastürbasyon falan yapıyor deseydi her sabah ne olurdu acaba.Hoş o kelimeyi de söyleyebilmem biraz zaman aldı J...

   Hayatımı değiştiren bir diğer kişi Leyla hocamı hatırlıyorum...Öyle bir hocam olmasaydı belki de şimdi şiirden, edebiyattan sonrasında tiyatrodan falan uzak büyüyen bir adam olabilirdim.Bana okuttuğu o istiklal marşını, bana rol verdiği o hababam sınıfı oyununu ve kız erkek dalaşlarına ait verdiği rolü özellikle de okuttuğu o klasikleri, romanları belki de ömrümün son gününde hatırlayacağım ( kesin ablam da hatırlarJ, oku diye diye dilinde tüy bitmişti kızın) ki bunu yıllar sonra kendisine de söyleme şerefine erdim “minnettarım”.

  Acıbademin bağrından kopup, erken büyümek zorunda olduğum Ümraniyeyi hatırlıyorum sonrasında...Mahalle maçlarını, kavgalarını, o mahalle arkadaşlıklarını, internet kafe denen şeyin ilk yıllarını, halflife oyununu, yediğim dayakları bir de cami imamının bahçesinde top oynadığımız için bizi nasıl kovaladığını.Apartman boşluğuna bakan bir odam vardı o evde.3 katlı mıydı 4 katlı mı hatırlayamadım şimdi moralim bozuldu bak.En üstten en alta uzatılan poşetler ve içindeki yazıları unutmam.Az dert tasa paylaşılmadı o ufak kağıt parçalarında...En üst katta oturan arkadaş bilir ki hala orada oturuyor...”Ve o artık özgür”...o beni anladı.

  ”Japonca dış ticaret” denen tam benlik orjinal bir bölüm bulmuştum lisede.Ki kimse bir yeri kazanacağımı beklemiyordu.Ümraniyeden kağıthaneye kadar uzanan lise yıllarım oldu benim.Başlarda o yola uzun diyordum sonrasında cezalandırıldım yolum daha da uzadı.Hiç unutmam o okuldaki hazırlık yılını...Benden hayatımın en değerli varlıklarından birini aldı o yıl.

   Sonra ölümleri izlediğimi hatırlıyorum o mahallede.Haftada en az üç cenaze görürdük.Musalla taşı ile de böyle tanıştım işte.Uzaktan bakıldığında masa gibi duran bu taşın gün gelecek de beni hüngür hüngür ağlatacağını bilmezdim.Hele o sela yok mu? Hep burulur içim duyduğumda ama bir keresinde o selanın kimin için okunduğunu biliyordum ve içimdeki bütün çocukluğu aldı gitti birkaç saniye içinde....İşte ilk sigaramı içtiğim gün.Ben birilerine özendiğim için değil içmek istediğim için başlamıştım sigaraya o gün de içmek istediğim için değil ağlamamak için ağzımdan çıkan sesleri susturmak için içtim...
Anneannem belki de gözlerimde hep o yoğun bakımda ki son hali ile kalacak anılarımda...Ellerini birleştirip bana “hoss” demesi ile...bir de uzun yıllar kulaklarımdan gitmeyen öksürük sesi ile...Bir kadın vardı deyip gurur duyacağım işte...Ölünün arkasından çok ağlanmazmış üzülürmüş...biz de içe akıttık yaşlarımızı...ama kırk gün sonra geçirdiğim ufak sinir krizini herhalde annem hala hatırlar...”bu odayı ona çok gördüm” diye bağıra bağıra ağlamıştım...çocuktum anneanne...sen anlarsın beni...

    Sonra ayrılıklar gördüm ben...aynı sokakta sağa ve sola giden iki kamyona yüklenmiş eşyalarla gitti benim içimde kalan son çocukluk...Hayatımın en karanlık yılı bitebileceği en karanlık şekilde bitmişti...Tuzla ile tanıştım sonra...

    Daha önce birkaç kere geldiğim bu İstanbul’un son durağı bana hiçbir yerin sahip çıkamayacağı şekilde sahip çıkacak ve sanki hayatım boyunca orada yaşamışım gibi geçmişimdeki kanser lekelerini bir bir sökecekti içimden...Ama yine de o en üstte oturan komşudan kopmak biraz koymuştu...Annem, ablam ve ben...O evde büyük emeklerle hazırlanmış bir kaç düğün, yürekleri sızlatan bir kaç ölüm gördüm ben...Manevi dedem dediğim adamı gömdüm toprağa annemin deyişi ile “kemal babişkoyu”.

   Sonra rock gruplarının kapısı aralandı...İlk ciddi vokalliklerimi orada yaptım.Hoş Serhat olmasaydı hiç öyle şarkı söylemezdim ya ben...Gönlümüzü verdiğimizi sandığımız iki kız ve dolunay sağolsun...Şarkıcı olduk...sonrasında da hep öyle gitti...

  Hayatımın dönüm noktalarının sonuncusudur Tuzla...Mesleğimi orada seçtim...INOX üyeleri ile orada tanıştım...İpekçiğimi, Leloşu, Neşeyi, Tarığı, Ayşenur ablamı, Serhatımı, Ahmetimi, Oğuzumu, Ülgemi, Müjüyü, Alicengizoyununu, Ommondioyu, Alyamı, Dalyamı, ikinci ailem dediğim Yeşilnil, Hazar, Dener ailesini, Sedefçik ve Hasan abiyi daha burada sayamayacağım kadar onlarcasını Tuzlada buldum...Yepyeni bir ilçe de yepyeni bir hayatım oldu...Şimdi ki hayatımın üzerinde durduğu...



Annem, bu sabrın için teşekkür ederim...Güzel yıllar bizi bekler artık bilesin...
Babam, hayatla mücadele etmeyi bırakmadığın için minnettarım...Yaşam savaşını senden öğrendim...
Ablam...Canımın tamamını versem dengi değildir dökülen bir tane yaşın gözünden....Bu hayatta TAM SAĞINDAYIM...
Eniştem neşe kaynağı olduğun ve hep bana söyleyecek doğru cümleyi bildiğin için teşekkür ederim (“kalpte duran kavanozlar”)
Cemrem, yüreğimize adın gibi düştüğün için....
Leloşum, canımın canı olduğun ve iyi bir dinleyici olduğun için....
Neşe’m bana abilik duygusunu tattırdığın için...
AyşemGülüm, müziğin bütün dertleri silip süpürebileceğini bana kanıtladığın ve ikinci evim olduğunuz için...Notalarla ve Birliğinizle şifam olduğunuz için...
Dalya ve Alya, isminiz böyle kafiyeli olduğu ve kime söylesem bir durup bunlar kardeş mi sorusunun sorulmasını sağladığınız için...Şaştirio olduğunuz için.
Serminim, anneannemin boşluğuna güneş olabildiğin için birtanem...

Ve siz hayatıma girip orada kalmayı tercih edenler
Benden birşeyler çalıp gidenlerin aksine tamamlayıcı olduğunuz için
Şanslı kıldığınız için beni teşekkür ederim....

Hayat acıları ve tatlıları ile masamızı döşemiş...Bakın yıllar nasıl da geçmiş...Burada anlatmadığım kişiler var elbet...Herkesi anarsam bitmez bu yazı diye korktum maruz görünüz...Ama zaten bu sahne benim...Sizlerde bu sahnenin izleyicilerisiniz...

24 yılımı sorular sorarak, şükrederek geçirdim...Daha kaç yıl var bilinmez ama hemen şu dakika son bulsa ömrüm bana 24 seneyi bir asır dedirttirecek kadar dolu dolu yaşattıran, ders almamı sağlayan her acıdan...

Ve yalnızlığımda sığındığım olan;

 bana bu insanları, bu vasıfları verdiğin için minnettarım...


İyi ki doğduk ! iyi ki varız...

Minutatim vires et robur adultum
Frangit et in partem pejorem liquitur oetas (Lucretius)

Yıllar için için aşındırır

Olgunluk çağına varmış güçleri

Singula de nobis anni proedandur euntes (Horatius)

Bir şey koparır bizden, yıllar, akıp giderken