24 Kasım 2011 Perşembe

Mesela...

Mesela;

Git gidebildiğin kadar...Kendinden ne kadar uzağa gidersen o kadar avutabilirsin gölgeni...
Şimdi bir deniz tutup koy onlarcasıyla  arana, duvarlar, sokaklar, insanlar karalansa bir resim gibi. Mesela dalgalar olsa konuşmasa hiçbir düşünce kafatasının o çınlayan boşluğunda, tın tın inlemese hiçbir ayrılık ve tabulaşmış bütün kelimeler bir ağaç gibi sararsa solsa, güven, aşk, mutluluk sadakat...Olmasa...
Yüzsüzlük olmasa, çıkmasa karşına onca şeyden sonra ve bakmasa gözlerine, kör olsa...Nefesini nefsine kalkan kullanmasa...
Git gidebildiğin kadar...Kendinden geriye doğru adım al...Senden başka herkeste olan ne varsa dök avuçlarına ve tart insanlığını...Mesela daha hızlı sevişmek yerine yavaş ol bencil olma...Tatmin edilmeyen bir kuytu kalmayıncaya dek onun vücudunda ve senin vücudunda dokunuşlarını akrep ya da yelkovan yap...Dursun zaman adeta...
Kıskançlık olmasa mesela...Hani insanlar bu zayıflığın farkında olmasa, savurmasan bütün gururunu ve duygularını...Ona sahip oluşunu, ona ait olmuşluğun boğmasa mesela...
Kimse daha çok sevmese...Demokrasi olmasa aşkta...En çok sevene en büyük cezalar kalmasa bir siyasi düşünce gibi sağa ve sola bölünmese bedenler...Nefret etmek de sevmek olmasa mesela...
            Kal kalabildiğin kadar uzaklığında...Her tükettiğin saniye yalnız başına, baş ucuna koyduğun tekliğin seni adam yapsa kadın ya da...Dönsen sonra uzaklardan aynı bedene başka bir ruh sıkıştırabilsen mesela...
             Özgür olsan kimseye ait olmasan...Birine ait olduğunda da kimse özgürlüğüne göz koymasa...Özgürlüğü ihanet olarak algılamasa mesela...
            Sadece sevse...Sadece sevse...Keşke bunu yapabilse...Biri sadece sevebilse mesela...

28 Ekim 2011 Cuma

...

Dün uzun bir gece oldu desem.Sırf hayatta benden başkası olmadığı için uykusundan sıçrayarak acısını bana anlatmaya çalışan bir yavru köpeğimi sabahın körüne kadar severek uyuttum desem ve bunu nasıl ya da neden yaptım bilmiyorum demesem.Sanırım o da bu kalabalığın içinde sahip olduğum tek şey galiba diyecek kadar kendime kaldığımı söylesem .

Ben onun kulağına fısıldadım "geçecek bak yarın azalacak bu ağrın" diyerek o da sadece baktı desem...

26 Ekim 2011 Çarşamba

25 saniye...

Hem insanlığı hem de Van’ı vuran bir deprem oldu tam 3 gün önce.Geçen bu süreçte sabahlara kadar bütün yapılan programları, bütün yazışmaları ve kampanyaları takip ettim.Tebrikler Türkiye.Seferberlik ve yardım konusunda sana yıldızlı pekiyi ama ne yazık ki Van da bulunan bir kısım için ise insanlık konusunda sınıfta kaldığını ve zayıf aldığını üzülerek söylüyorum.
 15 bin 379 çadır gönderilmiş Van ve Erciş’e toplam olarak ki bu sayının yükseleceğini tahmin ediyorum ama ne yazık ki bir kaç gündür haberlerde Van da yapılan yağmalama görüntülerini izliyorum.Herkes çadırları yağmalıyor bunun yanında yağmalanan çadırlar (Kimler yapıyor bilmiyorum) asıl ihtiyacı olan insanlara 30 TL ya da daha fazla bir fiyata satılıyor.İnsan ilk önce “yok! Yanlış haberdir bu” diyor  ama sonra görüntülerle kanıtlanınca utanıyorum insan olduğumdan diyorum ne yazık ki.
Bir de deprem bölgesinde yapılan röportajlar sırasında bazı kişilerin “bize yardım etmiyorlar, çadırımız yok” gibi diyaloglarına şahit oluyoruz.Arkadaşım eğer bu deprem 17 AĞUSTOS 1999 yılında olsaydı belki de tarihin görüp görebileceği en büyük can kaybına şahit olabilirdik.Şuan Van ve Erciş çevresinde 422 sivil toplum örgütü, 16 arama kurtarma köpeği, kamuya ait 595 arama kurtarma aracı, sivil toplum örgütleri ve özel şirketleri ait 54 iş makinesi ve araç, 860 sağlık ekibi, 7'si hava ambulansı olmak üzere toplam 140 ambulans, 33 jeneratör bölgede faal durumda.
            Gelin bir de 17 Ağustos depremin de elde bulunan imkanlardan söz edelim.Resmi raporlara göre 17 bin 480 kişi öldü, 23 bin 781 kişi yaralandı. 285 bin 211 konut ve 42 bin 902 iş yerinin hasar gördüğü depremde 133 bin 683 çöken bina nedeniyle yaklaşık 600.000 kişi evsiz kaldı.Ve duyduklarıma göre Türkiye de o zamanlar sadece AKUT vardı.Ayrıca Van depreminde tek başımıza göğüslerken olayları 17/99’ depreminde 51 ülke yardım etmiştir: Japonya, Belçika, İsrail, Azerbaycan, Bangladeş, KKTC, Kıbrıs Rum Kesimi, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Fas, Cezayir, Almanya, İtalya, Pakistan, Ürdün, Fransa, Rusya, İngiltere, Mısır, Yunanistan, Gürcistan, İsveç, Macaristan, Malezya, Finlandiya.İlk giden ülkenin İsrail olması da şuan çok ironik durmuyor değil J.
            Bir de hepsi PKK bırakın ölsünler falan filan gibi yazılar ve yorumlar da yapılıyor.Eğer felaketler söz konusu iken ayrımcılık yapılıyorsa bence insan olduğumuzu unutalım.Olabilir hepsi terör yandaşı olabilir, %6 kısım milliyetçi olabilir ama o kısım nasıl insansa geriye kalan %94 de insan.Biz Türkiye olarak insanlık görevimizi yaparken çıkıp PKK yandaşlarının askerlere saldırması da bazılarımızın insanlık olarak olgunlaşması gerektiğinin kanıtı.O göçük altında kalan senin de yandaşların olabilir terörist yandaşı olan her kimse BUNU UNUTMA ! Ama eğer sen kalkıp gönderilen yardım çadırlarını kendi insanın olarak betimlediğin insanlara para ile satıyorsan sana sadık olan kesimin oturup düşünmesi gerek.Demek ki o beni çok güldüren kürdistan hayallerinizde siz hiçbir yönetme ya da yürütme kavramlarından bihabersiniz, en başta da insan olmak olgusundan..Neyse iyi yönden düşünmek lazım bu sayede insanlar da doğru yolu buluyor.Size de bu konu da teşekkürler tabii ki.
            Türkiye bütün dünyaya insanlık ve seferberlik dersi veriyor arkadaşlar.Bununla gurur duyuyorum.
            Ayrıca Okan Bayülgen’in yaptığı programların çok yararlı olduğunu ve herkesin ondan ders alması gerektiğini düşünüyorum.Deprem günü ne yazık ki bütün kanallar normal seyrine devam ederken “TV8” özellikle olmak üzere (diğer haber kanalları da CnnTürk, HaberTürk, Ahaber) bu konunun üzerine öyle bir gittiler ki şuan da “evimevindirVan” diye bir kampanya bunun yanında toplanan milyonlarca lira ve ekipman var.Tamam ben bütün kanallar bu haberleri vermeli deyip herkesin sabaha kadar ağlamasını istemiyorum ama biraz “insanlık” bekliyorum.Bir spor programında Rıdvan Dilmen “Ben bugün spor hakkında konuşmak istemiyorum” derken diğer spor adamları 90 dakikayı tartışmaya devam ettiler başka kanallarda.90 dakika ocakları yıkıp insanların yüreğini yakmıyor arkadaşlar ama 25 saniye çok can yakıyor.

            Sonuçta iyisi ve kötüsü ile Türkiye deprem konusunda büyüdüğünü ders aldığını gösteriyor ama Müteahitler konusunda sanırım yerimizden sadece birkaç adım öteye gitmişiz.”Deprem öldürmez, bina öldürür” derken sanırım Erciş ve Van da enkazların arkalarında dimdik ayakta duran binalar bunu destekleyecektir.
            Biz elimizden geleni yapalım.İnsan olalım.Karşımızda hayvan olmak isteyenler varsa bile kemik atarız.Ama gözümüzü kapatamayız böyle bir olaya.
            Yardımda emeği geçen her bir bireye kendi adıma minnettarım ama Bu durum, deprem olayından birkaç gün önce verilen şehitlerimizi unuttuğum anlamına da gelmiyor.Sadece bütünü ile bir ülke isek ve bu vatan bölünemez diyorsak ve Van ne olursa olsun bizim bir parçamızsa içinde yaşayanları ile birlikte dualarım ve elimden gelen her türlü yardım ile birlikte yanlarındayım.
            Biz Türkiyeyiz.Belki dünya da yalnız ama kendi kendine yetmeyi zamanla öğrenen bir ülke.İçinde insanların sadece bu lakabın onlara kattığı varlık olgusu ile değil, ayağından başına kadar insan olmanın ne demek olduğunu bilerek insan olanların  yaşadığı memleket.
            Hadi Türkiye sarmamız gereken çok yara var ! ama birbirimize düşmek için zamanımız yok.

            Rüzgârınız hiç eksilmesin.

8 Eylül 2011 Perşembe

Ağır roman



Ağır roman filminden çok ağır bir şarkı diyelim ;)

Kiralık...


 Hiç duramıyoruz ait olduğumuzu sandığımız yerlerde.Hep bir rüzgara,yağmura ya da depreme kapılıp gidiyoruz.Hayatımızın tüm evrelerini farklı duvarlar arasında geçiriyoruz.Çocukluğumuzun sesleri bir başkasının ten kokusunda,sesinin tınısında, tanıdık bir evin duvarlarında sinmiş duruyor.Gençliğimizin haytalıkları aynı kumsalda farklı bedenlerin altında,farklı cümlelerin rehberliğinde diğerlerine yol gösteriyor.Zaman bizden sevgileri,beraberlikleri,anıları süpürüp gidiyor.

Size de olur mu bilmem ama bazen nereden tanıdığımı bilmediğim bir koku geliyor burnuma yolda yürürken ya da otobüste yolculuk yaparken.Birkaç saniye bilmediğim ama düşünebildiğim bir kişiye ya da bir yere gidiyorum.Herşey soyut.Boğuk sesler ve bulanık benlikler.Sonrasında, kendime geldiğimde yüzümde istemeden oluşan bir tebessüme ve onun verdiği keskin olan, vücudumun kuzeyinden güneyine uzanan sıcak huzura şaşırıyorum. .Sanırım hepimiz ait olmadığımız yerlerde ait olduğumuz yerleri anımsıyoruz deyip dinlediğim müziğe yoğunlaşıyorum.
Mesela beni en çok etkileyen şey taşınma sırasında eşyalarımızı toplayabiliyor,kolilere koyabiliyor olmanın yanında yeni kişilere odaların her karışına kadar  yayılmış anıları bırakmak oluyor..İlk sevişmeler,ilk gözyaşları,ölümler,partiler.Görebilene ömürlük dizi ziyafeti adeta.
Bu kadar da karamsar olmamak lazım tabii.İçine kafamızı ve yıllarımızı soktuğumuz o yeni evde bir başkasının anılarını sindirmiş oluyor mesela.Duvarlarda bırakılmış çiviler,pastel boyalarla çizilmiş amatör evler,posterlerden geriye kalan bantlar ve kalkmış boya tabakaları ve o sana çok yabancı insanların kendine has kokusu.Tıpkı yeni bir kitap gibi sayfaları ilk açıldığında ciğerlere yayılan o saman ve kağıt kokusu.
Bu yüzdendir ki evleri kitaplara odaları da kitapların kahramanlarına benzetiyorum.Başlangıcı kırık umutlara ve beklentilere doymuş, sonucu ise terk etmenin ağırlığına ve yeni maceralara gebe olan.
Ömrümün en güzel yıllarını yaşamamış olabilirim ama şimdiye kadar en güzeli olduğunu düşündüren evlerim ve öz olmadan aile olarak benimsediğim, o evin içini doldurduğum porselen bireylerim oldu.Yeri geldi ben de onların evlerine bir birey oldum.Ne mutlu bana ve onlara.
Korkar insan yeni adımlardan daima.Hani birisine aşkını itiraf etmekten vazgeçmeni sağlayacak o garip saniyelik korku kıvamında.Yeni adımlar yeni evlerin kapılarını aralar ve içeriye kendi kokumuzu, kendi birikimlerimizi kusar tüm duvarlara.
Çok ev taşıdım ben.Çok arkadaş, az sevgili bıraktım ardımda.
Karagümrük,avcılar,acıbadem,ümraniye,tuzla...Avrupadan anadoluya uzanan ve ordan da bu şehrin sınırlarını terk eden romanlardan oluşuyor benim çocukluğum, gençliğim.Zaten sonrasında da bu kadar kitap beni evsizliğe kadar götürdü...Artık ne duvarlarım ne de eve benzer sığınaklarım var.Demirden ve istekli hapishane kıvamından oluşan gurbet hikayeleri okuyorum şu aralar.Kendim düştüm demiyorum çünkü kendimle beraber çevremde bulunan herkesi sırtlandım bu sayede.Bazen özveride bulunmak gerekir ya öyle birşey işte.

Kiralık evlerde kiralık öyküler yaşıyoruz...


“Olsun zaten aşklar hep böyle...”

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Kendimden yana...

 bazen en büyük umutlar sadece kurguladığımız birer beklenti olur ve asıl koyan kurgunun gerçek olamayacak kadar güzel olmasıdır.

yıldız tozundan yalnızlıklar "I"


Çok uzak değil tam kendi yalnızlığımın kuytusundan sesleniyorum şimdi, pardon seslenmiyorum tuşlara basıyorum.Gitmelerin insanın hayatında bu kadar çok şey değiştiriyor olması üzüyor insanı sayın ve sevgili kimlerseniz işte...Hani yanındayken hissedemediğin ama uzağındayken bütün vücuduna çöken özlem duygusu gibi.
Yanlış anlamayın yeryüzü üzerinde bu meslekten daha başka bir meslek yaptığımı hayal bile edemiyorum.Ben denizlere ve özgürlüğe aşık biriyim ki bu yüzden de aşk kelimesi bende sadece kelime anlamına bağlılığımın kanıtı oluyor ne eksiği ne de fazlası.Aklımın bacasından, yüreğimin penceresinden içeri giren kim varsa aslında girmiyor sadece gölgesinin iz düşümünü bırakıyor geçmeyecek olan bir is lekesi gibi.
Hayat garip oyunlarla ya da biz onları öyle algılamak istediğimiz için karşımıza çıkan her olayla geçip gidiyor.Aranızda dindarlar ya da dinsizler olabilir ama biliniz ki sizin düşünmenizi sağlayan bir güç var ve o güç belki big bangle oluştu belki de öyle havadan kondu yani bazı bilim adamlarının “ben bilime inanıyorum” deyip karşıda ki adamın” bilim de bir dindir siz sadece dokunabildiğiniz ve görebildiğiniz şeylere inanıyorsunuz bense daha fazlasına” demesi gibi birşey.Neyse bu kadar saçmalama yeter değil mi =)
Sadece özlüyorum diyecektim.Kimi ve neyi özlediğimi bilmeden karnını doyuramamış ve konuşmayı bilmeyen bir bebek gibi sızlanıp duruyorum.Büyüdük desemde içimde hala bir yerlerde ne istediğini bilmeyen o çocuk kalacak galiba.Ki geçmişime ve anılarıma bakarsakta sonunda bir mesleği seçmem de mucizevi birşey sorunuz aile mensupları.
Bir adım attıktan sonra biraz daha fazlasını istemek suç mu ? bu hayatta keşfedilecek o kadar çok şey varken sadece elimizdekilerle yetinmek bir hata değil mi kendimize karşı işlediğimiz.Karadenizi, çanakkale boğazını, messina boğazını, cebelitarık boğazını, ingiliz kanalını geçtim diye bitti mi yani herşey.Bu kadar mı elde edebileceğim.
Herşeyin ötesinde herşey gerçekten para mı oldu, yani nerede hayallerimiz ve uğruna ölebileceğimiz yeteneklerimiz.
Bu aralar sorguluyorum bende ne varsa, ne yaptıysam...Kimi sevdiysem, kime kızdıysam, kimi dostum bilmiş, kimi dışlamış,kime kırılmış, kime sarılmış,kimden kaçmışsam, hangi günahları ve sevapları işlemiş olduğumu düşünerek saçlarıma biraz daha beyaz düşürüyorum.
Kızmayın ama kırılmayın sanırım hepimizin içinde birer kaypak yatıyor.Yeri geldiği zaman nasıl da kaçabiliyoruz gerçeklerden.Eğer bunun farkına varmak istiyorsanız yalnız kalmanızı tavsiye ederim en az 1 aydan başlayıp 8 ay boyunca.
Biliyorum tabii ki hayatımda var olan insanların yüzüme konuşacak kadar cesur olamadıklarını, biliyorum kendilerine iğne batırmadan bizi urgana salmanın daha kolay olduğunu.Dobra insan istiyorum hayatımda açıkçası.Çatır çatır yüzüme konuşacak beni büyütecek insanlar.Fena olmazdı hani...
Aşık olmak istiyorum mesela, daha öncekilerden biraz daha şiddeti az ama yoğunluğu fazla olan..Kalabilen biri istiyorum hayatımda geçebilitesi olan birini değil.Bende izlerinin kalmasını değil kendilerinin kalmasını istiyorum.Belki de ilk defa “tamam artık güvenebilirim” dedikten sonra tükürdüğümü yalatmayan birileri.
Telefonum hiç çalmıyor mesela, özlenmiyor muyum bilmiyorum ama artık ihtiyaç duymuyorum çünkü ben ne yaptım diye düşünmek istemiyorum.İnsanların düşünceli olmasını istiyorum..
Çok kolay bir hayatım olmadı ama şükrederek bir şekilde hüznün karşısında gülerek büyütüldük biz o yüzden anlamıyorum egoları ve polemikleri.Bir insanın hayatında girecekseniz girin ve kalın.
Mesela ben bu aralar gemim ile mutlu mesut oyunları oynuyorum.Ona “yıldız tozum” diyorum ve bunu derken ne kadar geri zekalı olduğumu düşünüyorum kısacası tek varlığım 146 metre uzunluğundaki koluma takıp dolaşabileceğim değil beni üstüne alarak dünyayı dolaştırabilecek bir kişi değil birşeye sahip olmam.Bir gemi bir insandan ne kadar değerli olabilir hiç bilmiyorum.Ama ben genelde hayatıma giren her ne varsa sahiplenmeyi seviyorum ve bu yüzden de bir süre sonra “çekilmez ,aksi, lanet adam olup çıkıyorum”.
Yine yazdık paragraflar arasında bir bütünlük olmayan bir yazı.Ama dökmeliydim içimi.Çünkü yalnızlığın en kötü yanı yalnız olmak.Şuan elimde olan şeyleri sayayım size isterseniz 2 dal sigara, bir kutu pepsi, incir reçelinin müzikleri, mavi bir çakmak...Bir de düşünmekten bana küfreden beynim var o da arada sıfırlıyor kendini sormayın J

Unutmayın ! ben vardım, varım ve belki de var olacağım...Ama siz hayatınızda ne olursa olsun beni aynı yerde tutabilecek misiniz.Söz vermeyin çünkü tutulmaz bu tür sözler..Sadece inanın çünkü ben artık inanmak istiyorum.

Şimdi bilgisayarımı kapatıp biraz müzik dinleyip sadece uzanacağım..Çünkü tıpkı bebekler gibiyiz hala uyuya uyuya büyüyoruz...

Selametle...

15 Temmuz 2011 Cuma

Son hamle !

kapılmak istemezsin bazen bir başkasının kuytularına, ama yine de yetinmeyi bilirsin...
İşte şimdi tamamen vazgeçiyorum bahşedilmek istenen ne varsa...
Ben arkasında durdum tüm cümlelerimin...Ama artık bitti...Ve bu son demdir bana kalanlardan...Karar verdim artık masallar yok, prensesler yok.Artık sadece ben varım...Üzgünüm pes ettiğim için, cesur olamadı ki karşıma kim çıktıysa ve bu sefer de ben korkak oluyorum...Tüm söylenenleri tüm hissedilenleri buraya mühürlüyorum ki benim kaderle falan ortaya atacak bir cümlem yok...Herkes hak ettiğini yaşar...Ve herkes mutlu olur...mükemmel erkek ve mükemmel kadının hikayesiyse bu gerçekten üzgünüm o ve ben için...

3 Temmuz 2011 Pazar

Karman Çorman !

Saat 12'nin üzerinden geçeli tam 4 saat olmuş ve güneş daha ilk ışıklarını kondurmamış yeryüzünün pürüzlü tenine bu yakada.Nedense hep bu saatlerde aklımın farklı kesimlerine, farklı ütopyalarda farklı isimler düşüyor.Ah bir söz geçirebilsem zaten vurdum duymaz biri olup çıkacağım ya neyse :).Bugün gemiden geleli tam 1 yıl olmuş ve belki de gemiye gitmek için 1 ay kalmış.Kısacası varlığım ve yokluğum arasındaki o ince çizgideyim.İşin kötü tarafı da içimde yarım kalan çok şey var bu arafta.Bir yerde tamamlayamadığım umutlar bir yanda da kursağımda kalan pişmanlıklar.
Hayatıma giren her kim varsa, kendi eksiklerine bakmadan benim bütünlüğümden çalarak eksilttiler beni ve ben de hep onların dediği doğrudur diye kendimi duvardan duvara vurarak duygularımı ve kişiliğimi kan revan içinde bıraktım.Kısacası anot ve katot arasındaki o hikaye işte.
Hepimiz hayatımızın bir anında hatalar yaptık değil mi ? Hatta bu hatalar yüzüne büyüdüğümüzü böbürlenerek ağzımızda doldurarak anlattık insanlara.Hiç bitmedi bir de bu hatalar.Her dakika her birimiz hata denen şu olguya kaptırıp kendimizi yasak sevişmelere gebe bıraktırarak, yasak sevmelere daldırtarak, yanlış tercihler yaptırtarak yaşayıp gidiyoruz.Kendi dünyamızda kendi kısır döngümüze patronluk yapıyoruz.
Zaten kim hak ettiği hayatı yaşıyor ki arkadaşım.İnsanlar arasında ki farklılıklar büyüdükçe her birey hak ettiğinden biraz daha uzak düşüyor.Dünden bir gün daha büyükken yarından daha ufak oluyoruz ve bu mesafeleri 24 saatlik zaman diliminin içinde sabırsızca sömürüyoruz.İnsanlar kendilerini yarından büyük dünden ufak hale getiriyorlar ve geçmişe takılıp kalıp mutlu olamıyorlar.Bakınız ben.Bu aralar hayatımdaki hiçbirşeyden zevk almamakla beraber, nedense çevremde zevk alan insanlarında şekerine zehir katıp herkesi teker teker bunalımlara sürüklüyorum.EE ii halt ediyorum ama değil mi.Ne bencillik ama =) tebrik ediyorum.
"YAŞAM YANLIŞ ÇİZİLMİŞ" bilader.Ve biz de bu resmin kıyısında sadece bir ölçü çizgisi olmuşuz.Üstümüze basıp gidenler , üstümüzde tepinenler, tanımamazlıktan gelenler, görmeyenler ve en kötüsü de referans olarak kullanılıp başka insanların başka dünyalarına ışık tutmak.Tamam gerizekalıyız kabul ettik :D
Bir zamanlar mutlu olmayı bize bahşedilen bir lütuf olarak görürdük.Ki mutluluğu birileri ile özdeşleştirmiş olup onlar hayatımızdan gittiğinde depresif , melankolik tipler olup çıkardık.
Biliyorum aslında, ben de ah aldım birilerinden şimdi yüzümde patlıyor bütün tebessümler.Hak ettiğimizi yaşıyor muyuz bilmiyorum ama ben hak ettiğimi yaşıyorum galiba.Hepsine buradan bir eyvallah çekip önümüze bakıyoruz.
Bilmezdim ki en güvendiğimin sadece bir anlık olduğunu , güvenmeye başladığın anda gururunu da, umutlarını da alıp gideceğini.
Bilmezdim.
Şimdi biliyorum ve bu çok koyuyor...

26 Haziran 2011 Pazar

"Nokta"


  Hayat böyledir bazen , ufak bir dakika bütün var olanları altüst eder.Nereden geldiğinizin bir önemi yoktur ve kim olduğunuzun.Bazıları kader ne derse odur der, bazıları da kaderi biz çizeriz der.Ne yani kime aşık olup kime aşık olamayacağımız bizim elimizde mi ? Yani ben çıkıp bugüne kadar çektiğim acıların bütün suçlusu olarak kendimi siz de kendinizi mi görmelisiniz ?


 "Ama biliyorum birilerinin aklında iki düşüncenin bir kapı olup kapanmasına ramak kala sıkıştım araya ve kaldım orada."Peki siz biliyor musunuz ? Kimin aklında bir noktasınız? Küçümsemeyin noktaları.Konuşmalarımızda bize bir ifade etmezken , o mistik kokan kitaplarda kaybolurken bize nefes aralığı ve rehberlik yaparlar.Bu yüzden hayatımda ki insanları "nokta" ya benzetiyorum ben. Bana nefes veren ve yol gösteren.

   Önceleri gitmek daha kolay gelirdi ve gidesim olurdu hep.Şimdi o kadar zor ki.Ama dedik bir kere değil mi insan kaderini kendisi çizer diye.Ve ben öyle bir çizgi çektim ki , sınırları kendi gövdem gibi duran ama adımı bilen herkesi kaplayan.Öyle bir çizgi ki sonsuz olarak görülen ama sonu bir nokta olan aynı başı gibi.

"Kelebek kadar ömrümüz var sevmek lazım hemen başlayalım
  kaybedecek neyimiz var"

   Farkında olmadan kapılıp giden bir ruh , kör bir adama benziyor sanki.Görmeden ama korkmadan.Tıpkı pervaneler gibi.Kaybedecek neyimiz var sence ?Kaybedecek neyiniz var ?.Hep sevmeyeceğim deyip sonrasında sevdiğim için, nedense güvenme deyip güvendiğim için, sonunda kendimi kendi gövdemin içinde en derinlerde bulduğum için kendimden nefret etmiyorum hayır.Siz de etmeyin.Çünkü sevmek ve sevilmek bir rus ruletidir ve kimileri şanslıdır kimileri şanssız.Ama asıl güzel olan rus ruletine bir eşiniz olmasıdır.Sonunun ne olduğu önemli değil, sizinle o sona gelebilecek birinin olabilmesi en büyük hediyedir.

   Aşk tesadüfleri sever mi bilmem ama , onu keşfetmek sanırım bize düşüyor ve nerede karşımıza çıkacağı hiç belli olmuyor.Artık bırakıyorum o demirden kapıların sürgülerini açık bir şekilde.Çünkü koruyarak kendimi ve korumaya çalışarak onları kaybettim , kaybettiniz."Artık içimde dolaşan alkol gibi sarhoş olmak istiyorum ona".Ruhu bile duymadan ruhuna karışmak...

   Şimdi kimileri hikayelerine noktayı koydu kimileri de o cesareti bulamadı.Ve ben arkadaşlar o noktaya sahip olduğumu yeni fark ediyorum , tek günahım hayatımı virgüllere kaptırıp bir son bulamamaktı.Şimdi ise hep yaptığım gibi düşünmeden , anı yaşamak istiyorum.Ve artık noktayı koyuyorum tam sol tarafımın ortasına.Mürekkep akar mı bilinmez ama izi geçmez eminim.Çünkü kalp o ufak sınırlarının içinde herkese ait bir raf yapar yavaş yavaş ve yıllar geçtikçe tozlanır bütün raflar.Arada sırada döner ve bakarsın o rafta duran her neyse, bir vazo , bir resim , bir şarkı ve bütün bu imgelerin hatırlattıkları benlikler (nokta olamayan kesirler).Elinde kalan sadece sesi unutulmuş , yüzü unutulmuş bir adam ya da kadın.İşte bundandır bütün insanların yavaş yavaş öne sarkması.Yürek ağırlaşır ve geride ne varsa kendisi ile beraber sallandırır yeryüzünün 80 milyar boşluğunda.

"nokta"

22 Haziran 2011 Çarşamba

Asumâni

Bu öyle bir havf ki

Kırılır kalemi bilesin kaderin
baktığım aynalar â'yân olsa 

şâd kırılır düşlerinin çeperinde çaresiz
boynu bükük bir dârû-berd kalsa suretlerden yana
sâye sarar dört bir tarafını duyguların
ve
Beni aya küstürür bu puslu Hüsn...

Asumâni bir giz bu
bulayacaksan ruhunu bilelim de
dağılsın bu mühür kaplı suskunluğu günlerin...

21 Haziran 2011 Salı

Ramak...

Artık gücümüz kalmamış bizim birader, hani aklımız başında da değilmiş kuytuda zulamız da yok.Nedense gidesim var.Ve cidden dönmemek üzere.Öyle bir gidesim var ki tüm suretlerden geçip bildiğim özlemek ve özlenmek.Öyle bir gidesim var ki , keşke demek ve dedirtmek.Burdan tüm lekelerime ve günahlarıma sesleniyorum.Görev tamamlandı , bir kemik ve yağ yığınının içinde gün geçtikçe daralan bir ruha ve o ruhun yuvarlak kıvrımlarında keskinleşen kırıklarla doluyum.
Ramak kaldı gidip satmama ruhumu adiliğe ve şerefsizliğe...Belki daha mutlu oluruz kim bilir...

20 Haziran 2011 Pazartesi

Short Animations

REPLAY
In a destroyed world, the only glimpse of hope is the memory of a forgotten past. But be careful not to let your dreams control your mind...This is Replay an amazing animated short film.

Animation by anthonyvoisin - the film is distributed by Talantis Films. 
_______________________________________________________________________________________________
 
ONE LIFE
This animation will make you think about your life. The song is "old man" by Neil Young Animation by Corey Hayes
_______________________________________________________________________________________________

CREEPY
Amazing and creepy animated short about a child's visit to a toy store by the talented Rodrigo Blaas for Alma Films. The best short film i've seen in ages.
pixar.
______________________________________________________________________________________________



SMILE
Smile is a touching animation about a robot that is searching for one thing that technology can not give it. 
Animation by Paris Zarcilla
.Aniboom.

AGAIN

I've been searching for you
I heard a cry within my soul
I've never had a yearning quite like this before
Now that you are walking right through my door

All of my life
Where have you been?
I wonder if I'll ever see you again
And if that day comes
I know we could win
I wonder if I'll ever see you again

A sacred gift of heaven
For better, worse, wherever
And I would never let somebody break you down
Nor take your crown, never

All of my life
Where have you been?
I wonder if I'll ever see you again
And if that day comes
I know we could win
I wonder if I'll ever see you again 
And everytime I've always known
That you were there, upon your throne
A lonely queen without her king
I longed for you, my love forever

All of my life
Where have you been?
I wonder if I'll ever see you again
And if that day comes
I know we could win
I wonder if I'll ever see you again

All of my life
Where have you been?
I wonder if I'll ever see you again
And if that day comes
I know we could win
I wonder if I'll ever see you again

All of my life
Where have you been?
I wonder if I'll ever see you again
And if that day comes
I know we could win
I wonder if I'll ever see you again

I wonder if I'll ever see you again
I wonder if I'll ever see you again
I wonder if I'll ever see you again
I wonder if I'll ever see you again

I wonder if I'll ever see you again
I wonder if I'll ever see you again
I wonder if I'll ever see you again

19 Haziran 2011 Pazar

...

Yok olmaktan yoruluyor insan artık 
büyüyor...
ve tüm göçler sonunda başladığı yere dönüyor
Kimin kimi durdurmaya gücü var ki 
sadece biraz mutlu olmak 
hakkın olan 
hakkım olan
verilecek bir söz yok 
beklenen bir söz yok 
sadece olduğu gibi yaşamak lazım hayatı 
Düşünmüyorum bak ben 
Sen de düşünme 
Bir soru sorulacaksa eğer 
sorulur günü geldiğinde
karışık olan biz değiliz 
çemberin dışı 
o yüzden sıkma canını sen de 
sadece ne yaşamak istiyorsan onu yaşa 
bil ki burada kaybedeceğin biri yok 
ne olursa olsun 
Elinde kalan bir ben 
Elimde kalan bir sen
...

Eğlenceli Bir yaz !!=)

18 Haziran 2011 Cumartesi

...

   O kadar yavaş yürüyordu ki çocuk ,
 düşünceleri bir gölge misali ayak izlerine düşüyordu.
Ay uzun zamandır olmadığı kadar ihtişamlıydı.
Yollar siyah ve beyazın ahenkli dansı gibi ritme uygun aydınlanıyordu.
Uzun bir gece de doyumsuz bir dansı seyre dalmıştı çocuk.Gölgelere sarılıyordu ve kolları kendi gövdesi kadar doluyordu.
Yürüdü ve sustu...
Bir adım ve ötesinde bir ufak adım daha.Yol hiç bilmediği bir kavşağa buse konduruyordu bilinmezlerden ve yeni umutlardan yana.
Siyahın içinde tüm renkler gök-kuşağına nispet edercesine sevişiyorlardı.
Renkler aşka alacalanıyordu.

İçimden geldi...

bir muhteşem "yüzyıl" bahşedildi bana
içerisine milyonlarca "yıldız çiçeği" serptiler 
ve "bereket" çiseliyordu geleceğe dair...

ve o muhteşem görünüyordu bugün/gece...


30 Mayıs 2011 Pazartesi

Destino / Salvador Dali - Walt Disney

Kırmızı & mai

   Yıllar önceydi ama tıpkı dün gibi , hani o yeşil ve sarının hakim olduğu önlüğünü giyerdin ve herşeyin başladığını sadece benim bildiğim o durakta karşıma çıkardın.Hiç unutulmaz "çatı" serisini okuyordun büyük bir heyecanla ve ben o kitabı hiç okuma gereksiniminde bile bulunmamıştım , o kitabın senin o biblo yüzünde oluşturduğu mimiklerin bağımlısıydım ben.Ben o kitabı senin yüzünde okuyordum ama farkında değildin işte.Mesela tıklım tıklım olurdu otobüs ve ben sana hiç daha yakın olamayacağımı bildiğim için yaklaşabildiğim kadar yaklaşırdım yanına.Nefesin o zamanlar yaşama gücüm olurdu ve sen bana verdiğin bu gücün farkında olmazdın.Sonra bütün arkadaşların hatta otobüs şöförleri bile benim içinde bulunduğum o gizli ya da yasak aşkın varlığını kabullenmişti bir tek sen kendi hayal dünyanda yaşadığından ve ben de aramızdaki o bağları koparmak istemediğimden sessiz kalırdık.Biz farklı lakapların boşluklarına takılıp kalırdık.Seninle birkaç durak önce inip Ümraniye'nin sokaklarında yürüdüğümüzü hatırlar gibiyim yarı silik bir şekilde.Ne konuştuğumuzu inan hiç hatırlamıyorum ama eminim yine şu "başkalarının" anlamadığı entel soru cevap ilişkisinden ibarettir.Küçüklükten başlamış bizde ki politik ve yarı siyasi tartışmalar.Ki sonraları da ortaya çıktı aslında siyasi olarak nerede duracağımız ve içten içe hangi figürleri hangi kahramanları kabullenip arkasından ağlayacağımız.
   Seni tünele götürmüştüm hatırlıyor musun ? Hani benim özel mekanım "Tantavi" Parkının orda olup iki farklı dünyayı birleştirdiğine inandığım o mekan.Benim gizli mekanım ! Herkesin bildiği ama kimsenin benim gibi göremediği bir yer.Sen defterler yazardın , benim her zaman imrendiğim bir huyundu bu.O zamandan belliydi yazıp çizeceğin birşeyleri , birilerinin hayatlarını.Hoş bir ben ser verip sır vermedim ileride ne olacağımdan ki bak , ikimizi sadece hayallere ve anılara sürükleyen bir meslekten başka birşey seçmedim.Seçimlerim hep yanlış olmuştur zaten.Sonra seninle insanların korkarak baktığı o tünelin üzerine oturur ayaklarımızı sarkıtır ve konuşurduk öylece.Ve sen yine bilmezdin benim sana o zamanlar aşık olduğumu.
Bir ara cidden kopmuştuk.Aylarca görmediğimi bilirim yüzünü , e tabi ben ortaokulu bitirince baya uzak bir ilçe seçmiştim liseyi okumak için bu yüzden de otobüsteki o "aşk" son bulmuştu.Böyle olmak zorundaydı çünkü ben seni elde edebileceğimi hiç sanmıyordum.Sonra bir gün kapı çaldı O merkez Caminin karşısında ki sokakta bulunan evimin.Kapıyı açtığım zaman belki de o kapıda görebileceğim son kişiydin ama orda duruyordun.Boynuma atlamıştın , sarılmıştın bense mutlu ve şokta sana sarılmış hafif ince bir tona sahip olan sesimle "ne yapıyorsun burda" demiştim."Geldim" diye verilen bir cevap başka bir sorunun sorulmasını engelliyordu.
   Aylar ve yıllar birbirini kovalamaya devam ederken , bir gün bazı üzücü sebeplerden dolayı ben Ümraniye'den taşınmak zorunda kalacaktım.Ve işte cesaretimi toplayıp sana açılmam da böyle olmuştu.Hatırla! Beraber o zamanlar senin en çok yaptığın şeyi yapacak ve ardından o zamanlar Ümraniyenin belki de tek fastfood yeri olan "Sunrise" da pizza yiyecektik ve ben konuşacaktım gözlerimi yumup ne cevap verirsen ver sana tepki vermeyecek ve taşınacağımı da söylemeyecektim.Plan umduğum gibi gitti.Seninle "Hamleti" izlemeye gittik.O tiyatroyu hala tam olarak bilmem, çünkü oyun sırasında ben senin gözlerindeki o ışığı, yüzünde bana huzur veren o mimikleri izliyordum.İlk perde bitti seninle ufak çaplı oyuna dair yorumlar yaptık , sonra ikinci perde ve yine hatırlamadığım bir bölüm.Sadece sen vardın o zaman o koskoca tiyatro sahnesinde ve ben sadece senin hayata karşı sunduğun o farklı duruşu izliyordum eğrisi ve doğrusu ile.Sonra pizza yemek için malum mekana gittik ve ben sana açıkladım herşeyi."Hiç bişey demedin" sadece şaşırdığını ve bunu beklemediğini söyledin.""Nasıl böyle birşey olabilirdi" anlam veremedin.Ki ben sen mutlu ol diye yakın bir arkadaşımla aranı yapıp kendi mutluluğumu unutmuş senin mutluluğunla yetinmeye çalışmıştım.Ama olmamıştı işte.Açıklamam yersiz ve gereksiz bulunmuştu bir nevi.
   Ve sonra ben gittim...Uzak bir yere , sokakların ve mekanların çok yabancı , insanlarının ilk başlarda uzaylı gibi göründüğü şu Tuzlaya taşındım.Nerden bilebilirdim karşıma birinin çıkacağını ve ben sadece "o" sana benziyor diye ona aşık olup seni unutacağımı ve işin en kötü tarafı ona açıldığım gün senin arayıp "Beni sevdiğini" söyleyeceğini.Biz çok kötü zamanlamalarda bulunan iki insanız sadece.Ve bizim hikayemizde ne yazık ki filmlerdeki gibi "aşk tesadüfleri sevmiyor".
   Bu seferde sen gittin...Beni hayranı olduğunu düşündüğüm bu şehrin içinde yapayalnız koyup uzak bir şehre üniversite okumaya gittin.Ve ben burda senin gidişinin arkasından seni benzettiğim o aşk hikayesinin ceremesini çekiyordum.Sana benzeyen ama sen olmayan o kişide , senin aslında farkında olmadan yaptığın şeyin kasıtlı olarak yapılmasının acısını çekiyordum.
   Sonra hatırlıyorum, bir anda sevgili olduk seninle.Ne büyük mucizeydi anlatamam.Mutluydum , mutluydun ama sonra olmayacak bu dedin.Ve hiçbirşey söylemeden çektin gittin.Telefonlarım cevapsız , mesajlarım cevapsız, maillerim cevapsız , bütün çabalarım cevapsız kalmıştı.Hatta bu "aşk" cevapsız bir sınıfa dahil olup bütün olumlu şeyleri içimden almıştı.Ağladığımı hatırlıyorum.Bu hayatta aşk için üç kere ağlamış olup ikincisini yaşatıyordun bana ve vurdum duymaz biri olarak , beni görmezden gelerek.Aramızdaki mesafeleri bana karşı kullanıyor ve uzaklaşıyordun benden.İstanbul ikimizi mühürlemişken bir başka şehrin sınırları içinde iki şehrin çatışması sonucu aklının ve gönlünün kuytularından temizleniyordum.Arınıyordu adım ezberinden.Ve ben hiçbirşey yapamıyordum.Bir zaman sonra , tekrar hayatıma girdin.Ben herşeyi sineye çekmiş sana olan ne varsa içimde tekrar yeşertmeye çalışıyordum.Ve oldu da yeşerdi bütün güze çalan kuytular içimdeki.Ama sonrası tekrar hazan.Yine bir hayal kırıklığı.Yine gittin ve yine herşey cevapsız kaldı.Bilmiyordum neden gittiğini ama gittin.Bu sefer de bana bir anı bırakmıştın.Bir kolye "bir kızla bir erkeğin sarıldığı" şimdi siyaha çalan gümüş bir kolye.Ama bu sefer tamam dedim.Ve ben de çıkardım seni hayatımdan.Telefonumu , adresimi bildiğin ne varsa değiştirdim.Ki işe de yaradı neredeyse 2 ya da 3 yıl görüşmedik seninle.
Sonra birden karşıma çıktın facebookta.Yıllar seni unutmam için baya bir mücadele verse de bir sanal ortam sitesi , seni karşıma çıkardı.Özlemiştin beni.Ben de özlemiştim.Ama güvenmiyordum.Nasıl güvenebilirdim.
  Ve yıllar yine geçti...
  Herbirinin arasında aylar belki de yıllar olan buluşma anlarından ve dudaklara kondurulan masum öpücüklerin arkasından konuşulacak hiçbirşey kalmadı.Çünkü sen beni sevdiğini söyleyip öyle davranmıyordun.Sana güvenmek istemiş ve bunun için çok çalışsam da bir türlü elde edememiştim.Sonunda oldu sana güvendim.Ve sonra sen "sultan" değil "prensini" buldun.Diyorum ya biz zaman kavramı işin içine girince çok kötü oluyoruz.Doğru zamanlama ikimiz içinde geçerli değil ne yazık ki.
   Son konuşmamızı hatırlıyorum."Ellerimi" kestiler demiştin.
  Şimdi bense hiç yapmadığım birşey yaparak "Ellerimizi kesiyorum"...Elde edemediğimiz bir aşkın içinde birbirimize boş vaadler mi sunduk bilmiyorum ama, güzeldi yine de.Kimseyi senin kadar tanıyamayacak olmak çok kötü birşey , ve tanınamayacak olmak senin tanıdığın kadar beni.
   Bu sefer ben hem şehir , hem de ülke değiştiriyorum...Bu sefer ben gidiyorum...Umarım hep mutlu ve huzurlu kalırsın "can telim".Çünkü ben hiçbir zaman seni mahkum kılamam bana.Ne de olsa ikimizde özgürlüğü savunan iki dal fidanız değil mi!...
  Sana şans verdim mi bilmiyorum inan bana istedim veremediysem bile.Sadece inanamadım.Ki sanırım haklıymışım da değil mi? 
   Bugün senin doğum günün.İlk aşk bugün doğdu...Ve dilerim hep böyle mutlu ve huzurlu olursun...
Bizden ümidi kesmenin zamanı gelmiştir sanırım.Biz ayrılığa dayandık hem de çok ama mesafeler işin içine girince sapıttık...

İyi ki doğdun ilk aşk
İyi ki o otobüste seni tanıma şansı verdin bana , karda eve benimle beraber yürüdüğün , benimle farklı yerlerdeyken aynı şeyleri hissedebildiğin , benden gittiğin , ve bana geldiğin , beni ittiğin ve beni çektiğin , ağlattığın ve ağladığın için , Moda sahilindeki o banklara kimsenin yükletemeyeceği anlamlar yüklettiğin , kırmızı olduğun için , Ve bir yerlerde kimse bilmese de hep beni seveceğin için teşekkür ederim...
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN...

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Gitmek...

   Herkes gider biraz aslında.Kimileri ait olduğu , kimileri ait olmadığı yerden,kimileri bir yürekten , kimileri hayattan,kimileri gururdan ,kimileri sözünden ve özünden.Büyür o çocuk ve insanları eskiden gördüğünden daha farklı görmeye başlar.Artık konuşmasına gerek yoktur insanların,bakışları ,susmaları her yarım kalmış soruların tamamlanmasına ve cevaplanmasına imkan tanır.Kırılır insan biraz ama konuşmaz devam eder yoluna kırıklarıyla.Topalmış , körmüş  önemli değil , kırıklar can yakar !
   Bir zamanlar herşeyin gerektiği gibi yaşandığı arkadaşlıklar varmış mesela , herkes bir bütünmüş, farklı kümelerin oluşturduğu ve her bireyin birbiri ile kesiştiği ortak kümelerin olmadığı bir zaman dilimi.Ne yapılırsa yapılsın aynı çarkı döndürürmüş mutluluk ya da hüzün adına.Benim bir zamanlarım olmadı tabii ki , ben modern zamanlarda "Dostoyevski" vari bir düşünceye ev sahipliği yaparak sadece ve kendime ciddi anlamda küfür ediyorum (sizler kendinizi yormayınız diye). Yanlış anlaşılmasın modern çağın getirdiği olanaklara o kadar bağımlıyım ki onlar olmadan nasıl yaşanmış zamanında hiçbir fikrim yok , en azından kendimi bu dünyanın gücüne kaptırıp "Asosyal" bir kişi haline getirmiyorum ama işin ironik tarafı kendimi koyacağım bir sosyal kişilik safhası da ne yazık ki lügatıma katılmadı.Arkadaşlıklar bu yüzden şimdilerde sadece tek gecelik diyebilirim.Kaldıysa aranızda "ESKİ" sizlerden kulağımı çekinde burda kocaman bir özür yazısı yazayım.Sadede gelirsek İnsan Arkadaşlıktan da gitmiş oldu..
   En çok koyan "AŞK"tan gitmek olmuş aslına bakarsanız.Çünkü giden her defasında gittiğinden birşeyler götürmüş.Ve o giden parça zamanla büyüyen, insanı kendine düşüren engin bir boşluk olmaya başlamış, tenden başlayıp ruhumuzun kumaşına temas eyleyene kadar sürmüş gitmiş bu dönemeç.Gidenler bir gün gidilenler olurlar elbet ve herkes kendi boşluğunda güvenmeyi , sevmeyi unutur.Çok kişinin kalbini kırmış olup,çok kişinin istediği kişi olamadığım için üzgünüm ama bunu ben değil ,beni "ben" yapanlardan sorun.Sonra zaman geçmiş ve insan "AŞK" tan da gitmiş.
   Bir diğer olgu da kendimizden gitmemiz bence.Hayatın renklerle kaplı katmanlarında , hepsi birbirinden güzel renklere sahiplenmiş sürgünlerimiz vardır aslında.Doğarız , büyürüz ve ölürüz.tek renkle başlayıp alacalanan ve sonunda özüne dönerek tek renk ile son bulan bir süreç.kim ölümü siyahla özümsüzleştirmez ki.Ya da aşkı pembe ile , doğumu beyaz mesela.Hayatımın en alacalı döneminde geceye siyah eskisler yapıyorum ve görünmez kılıyorum hatalarımı ,sırlarımı, günahlarımı ve sevaplarımı.Bir benliğin içinde birden başka olmak üzere , senliklere , onluklara , bizliklere , sizliklere dönüşüyorum.Kısacası oskara oynuyorum!Kendinden ödün vererek , sesini keserek ve her acıya tek başına göğüs gererek değişiyorum , değişiyoruz.Kısacası kendimizden gidiyoruz.
   Peki ya savaşlar , ölümler , boşuna kaybedilen huzur ortamı.Biz insanlıktan da gidiyoruz.

  Ben senden , ondan , sizden ve onlardan gidiyorum arkadaşım.Çünkü her geçen gün biraz daha vurdum duymaz ve biraz daha ukala olarak , dostluklar , arkadaşlıklar , mutluluk , hüzün adına verilebilecek tüm ödünlerimi size kurban verdim.Aşklarım , dostluklarım umarım bundan sonra akıllanıp terk edilmezsiniz ama ben hayatınızdan siz aklınızı başınıza alana kadar çıktım.Kısacası sizden gittim.

  Ve kendimden gidiyorum arkadaşım.Bir iç göç gibi gör bunu ya da uzun bir deniz seferi ama bu sefer gittiğimde yanımda hak edenlerin anısından başka anı olmayacak.Çünkü çok boş atan , kurusıkı adam var bu hayatta.!! Kafamı yamuklarla değil birbirine paralel kişilerle doldurmak istiyorum.Arkamdan söveceksen ve yüzüme güleceksen ne olur biraz erkek ya da kadın ol.En azından değer kazanırsın gözümde...

   Kendimden gidiyorum arkadaşım...Uzaklara , uzun bir süre hiç olmadığım kadar gitme isteği ile..gidiyorum  ve Diojen'nin dediği gibi "elimde fenerle adam aramaya çıkıyorum"...

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Söverim gelmişine geçmişine !!!

   Ne kadar yalnızlaşmışız biz , artık kimse bizimle aynı cümleleri kurar olmamış , bizim gibi yatıp kalkan kalmamış hayata.Ve sosyal sınıfların farklılığından dolayı kimse bizim derdimize yanar olmamış.Bir zamanlar düştüğümüzde kaldırılacağımıza inandığımız insanlar varmış , şimdilerde ise tek başımıza düşüp tek başımıza kalkar olmuşuz.Kimi suçlayayım gelişen teknolojiyi mi , unutan insan oğlunu mu ? Kendimizde mi arayalım herşeyin sebebini bilemedim ki ben şimdi...
   Uyanın arkadaşım ! Farkında değil misiniz , kalabalığın içerisinde tek başınıza kalmaya başladığınızın.Nerde arkadaşlık bağları , aile bağları.Ne olmuş bize ? Neden bu kadar başına buyruk ali kıran baş kesenlere dönüştük anlamıyorum.İnsanları dinleri , müzik tarzları , tercihleri ve yaşantılarından dolayı sınıflandırır olduk.Herkez birbirine yan yana yürürken canavar gibi bakıyor !!
   Yüzüne gülüp arkasından demediğini bırakmayan kendi egolarnı tatmin edememiş insancıklara dönüştük.Ben halbuki hep savunurdum çevremdeki insanları , hepsine bir kılıf bulurdum hataları olsa bile , şimdi bana sizi ne savunacak bir temel ne de yanımda yürütecek sebep bırakmadınız.Ne oldu size ? ya da bana ne oldu da böyle oldunuz.
   Eskiden alttan alırdık , sessiz durup ne yaparsanız yapın size tepki koymazdık.Şimdi hatalarınızı yüzünüze vuruyoruz diye mi dışlandık , "adam ol" dediğimiz için mi bu çekip gitmeleriniz.Çözemedim ki sizde ki şu hırsın sebebini.Bırakın işte aynı masa da yemek yiyip aynı mekanlarda geyik yapıyorsak aramızda bir fark yoktur demek oluyor bu.Ne olmuş kaşın , saçın benden daha güzel , cebin benden daha dolu , egoların benden daha yüksekse , benden daha büyük zevklere sahipsen ve gittiğimiz yol aynı değilse.Ben sadece "uçkuruma" düşkün değilim ve değer veriyorum.Bu yüzden mi kaybediyorum yani ! Pes ...
   Bak sana ne diyeceğim sana kendimden bahsedeyim biraz , ben resim çizerim , şarkı söylerim , şiir yazarım , kitap okurum , iyi bir dinleyiciyim , yerine göre konuşmasını bilir yerine göre susmasını bilirim , spordan voleybol ve futbol hariç anlamam , fotoğraf çekerim , arkadaş edinirim ırk din kişilik göz ardı etmeden , insanları ve herbirinin bana öğrettiği farklı herşeyi kendime ders bilirim.Sen nerdesin peki ? Hangi sınıftasın ? Artık kalmamış öyle zengin , orta , fakir diye bir tabaka.Hangi tabakasın ve bana benim gibilere bize nerden bakıyorsun.Biliyor musun kaç yıl oldu ananın karnından çıkalı sen ? En son orda görmüştün gözünü kamanştıran beyazı şimdi nerden geliyor bu ukalalık? Başın biz görmeden arşa mı değdi ? 
Yalnız kalıyoruz arkadaşım , yalnızlaşıyor , ve yalın bir hal alıyoruz !!! Zamana ayak uyduracağımıza ayaklarına takılıp bodoslama ilkelleşiyoruz !! 
   Kıskancım , sahiplenirim Allah!ına kadar severim."Elizabeth" ve "Elanor" ile yolları ayıralı hayli olmuş ama ben sizin kadar konuşmuyorum bunları.
   Sıkıldım siz insanların dar kafalılığı , kendini beğenmişliğinden,diğerlerini aşağıda görme durumunuzdan , dedikoduculuğunuzdan , kıskançlığınızdan , kendinizi "sahte erkekler" ya da "sahte kızlar" ilan etmenizden.Ulan bir olduğunuz gibi karşıma çıksanız ben de utansam dediklerimden !! Ama nerde ? Zaten karşıma çıkan ilk dobra , olduğu gibi olan kıza aşık olucam valla : ) ama şuanda yok öyle biri ne yazık ki ? Herkez farklı şeylerin sevdasına dalmış.Özlüyorum yaşamasamda plak dönemini.En azından herkezin birbirine karşı olan tutumu hakiki idi.
   Milenyum bizi yücelteceğine bozmuş meğer , bütün kızlar kutsal bakire bütün erkekler de delikanlıyım diye takılsın.Gidişatın farkına varamazsak herbirimiz yitirilmiş bir neslin tortuları olarak kalacağız ne yazık ki !!!


sövdüm gidiyorum 
sağlıkla ve özgülükle kalın...!

Queen / UNdEr pReSsUrE ; )

Mm ba ba de
Um bum ba de
Um bu bu bum da de
Pressure pushing down on me
Pressing down on you no man ask for
Under pressure - that burns a building down
Splits a family in two
Puts people on streets
Um ba ba be
Um ba ba be
De day da
Ee day da - that's o.k.
It's the terror of knowing
What this world is about
Watching some good friends
Screaming 'Let me out'
Pray tomorrow - gets me higher
Pressure on people - people on streets
Day day de mm hm
Da da da ba ba
O.k.
Chippin' around - kick my brains around the floor
These are the days it never rains but it pours
Ee do ba be
Ee da ba ba ba
Um bo bo
Be lap
People on streets - ee da de da de
People on streets - ee da de da de da de da
It's the terror of knowing
What this world is about
Watching some good friends
Screaming 'Let me out'
Pray tomorrow - gets me higher high high
Pressure on people - people on streets
Turned away from it all like a blind man
Sat on a fence but it don't work
Keep coming up with love
but it's so slashed and torn
Why - why - why ?
Love love love love love
Insanity laughs under pressure we're cracking
Can't we give ourselves one more chance
Why can't we give love that one more chance
Why can't we give love give love give love give love
give love give love give love give love give love
'Cause love's such an old fashioned word
And love dares you to care for
The people on the edge of the night
And love dares you to change our way of
Caring about ourselves
This is our last dance
This is ourselves
Under pressure
Under pressure
Pressure

20 Mayıs 2011 Cuma

ROXETTE / IT MUST HAVE BEEN LOVE

Lay a whisper on my pillow,
leave the winter on the ground.
I wake up lonely,
there's air of silence in the bedroom
and all around
Touch me now, I close my eyes and dream away.

It must have been love but it's over now.
It must have been love but I lost it somehow.
It must have been love but it's over now.

From the moment we touched, 'til the time had run out.
Make-believing we're together that I'm sheltered by your heart.
But in and outside I've turned to water like a teardrop in your palm.
And it's a hard winters day, I dream away.

It must have been love but it's over now.
It's all that I wanted, now I'm living without.
It must have been love but it's over now,
it's where the water flows, it's where the wind blows.

Geceye Fısıltılar..."Manyak mısın Oğlum Sen" !!!

   
   Tam bir dakika önce bomboş bir sayfaya bakıyordum.Bu gece yazacak cümlelerim var mı derinlerde acaba diye düşünüyordum , ya da susmalıyım diyordum tıpkı şu saatte durulmuş bir deniz gibi çöken karanlık misali Tuzla'nın üzerine.
   Sonra bir sigara yaktım  çektim uzun ama hırıltılı bir nefes en derine doğru ve  ötesinde karanlığın kollarına kendisini bırakan dumanları seyre daldım.Tutkulu ama bir o kadarda çekingen sevişmelere sahne oldu odamın haddinden fazla dolu hali ! nasıl bir şizofrenidir bu dedim kendime ürkütücü bir iç sesle ve toparladım kendimi.
   Pesimistik zaman bükümleri diyorum ben bu anlara genelde.Her biri dakikalar sürsede bıraktığı izler ve geçirttiği ataklar uzun soluklu oluyor.Aslında masaya yatırıp irdelemek istediğim o kadar çok olgu var ki ama nedense ne bir neşter yaratacak durumum ne de açtığım kesikleri dikecek güç var içimde bu aralar.Sadece felsefik sözlerden oluşan şarkılar dinleyip , kendime anlam kargaşı yaşatmak ve bir o kadar da çevremdeki insanları dinlediğim şarkılarla cezalandırma isteği var içimde.Mesela tam şuan da "stop crying your heart out" dinliyorum Oasis adlı gruptan.Ayıp değil mi arkadaşım adamı böyle dibe çeken şarkılar yazılır mı derken ardından ela ya çalan gözlerim olsa da "Behind blue eyes" Limp Bizkit coverını dinleyip heh tamamdır kendi gecemin resmen bir kahır bir buhran bulvarı haline gelmesine izin verdim diyorum =) tebrik edin beni hadi =).Ee boşuna okumamış Zeki Müren efendi "Ah bu şarkıların gözü kör olsun" diye.Kör olsun be sanat güneşim seni mi kırcaz.Kesin bana şuanda arkadaşım dinlediğin şarkılara bak bir de benden yaptığın alıntıya bak deyip kınıyordur.Özürler olsun : ) 
   Neyse efenim ( bu da çok değerli bir hocamdan kaldı sağolsun EFENİM) tam da böyle kendimizi duvardan duvara atıyorduk değil mi ? Manyak mısın arkadaşım dedi mesela şuan iç sesim hee tabii bir de sen bu kendi içinde tutarlılığı olmayan yazıları yazarak milleti de manyak mı edeceksin dedi ! dedim kapa çeneni ! yoksa alırım ayağımın altına ! Sonra" minik bir ikilem" tamamdır sonunda çıldırttı seni bu insanlar diye düşüncelere dalıyorum.Düşünüyorum da düşünüyorum biri şu beynimi çıkarsın bir daha da yerine takmasın Gerizekalı olmak istiyorum diyorum mesela şuan da !! Evet mesela şuan bazı arkadaşlarımın inanmayacağını bilsem de Pink Floyd dan "Wish you were here" geliyor.Zaten tanıdığım ve çok değer verdiğim bir kadın ( ki ben ona tanrıçam diyorum) dünya üzerinde yapılan şarkıların %90 ı ayrılık üzerinedir demişti.Katılıyorum sana burdan haberin olsun Melek seslim.Bak konu yine dağıldı gitti.Bir konumuz var mıydı acaba ? neyse eğer şarkıların %90 ı ayrılık üzerineyse bu insanlar sevmeyi de sevilmeyi de bilmiyor arkadaşım haberiniz olsun diyorum.
Jason Mraz dan "I am yours" çalıyor.Bu şarkıyı da ne zaman dinlesem sırtıma yırtık çantamı takıp cebime biraz para atıp kafama bir şapka takıp basıp gidesim geliyor.Bunu en yakın zamanda da yapacağım tanıyanlar bilirler beni=)
Arthur Rimbaud 'un dediği gibi "Ben aslında bir başkasıdır" cümlesi ne kadar ufak görünsede resmen anlayanın alnına çakılıyor şuanda!!! Sağol sadece geceleri ortaya çıkan ikinci kişiliğim sayende aynı beden içinde pezevenk ve fahişeyi canlandırıyoruz.Ki bu da aklıma Yıllar önce izlediğim "Gloria" adlı filmi getiriyor.
   Farkedildiği üzere , çevremdeki herkesin o kadar ikili oynadığını düşünüyorum ki , biraz endişeliyim bu konuda.Ben de bu yüzden en kısa zamanda bir çim biçme operasyonu yapıp hayatımda ki ısırganları temizlemeyi düşünüyorum.Merak etmeyin sizleri çöpe değil suyunuzu kaynatıp ruh sağlığıma iyi gelsin diye hayırlı bir iş için kullanacağım.
   Creedence Clearwater Revival "have you ever seen the rain" dinleyip birazcık çift kişilikli halimi bastırmaya çalışıyorum.Yahu şu yazıyı şimdi bir silesim geldi anlatamam.Baksanıza bir kurgu yok.Bodoslama gidiyor.Ama saklamayın benden biliyorum her biriniz bir an geliyor benim gibi oluyorsunuz, ben çok tanıdım ikiden fazla kişiliğe bölünen tipleri.Sakınıyorum artık sadece.
   Bende artık duygusallık romantizimde kalmamış, odun yaptınız beni burdan size sesleniyorum Ormancılarım.Geçen bir şiir yazayım dedim , resmen klayve ağladı ( bu da teknolojik edebiyat nasıl ama), sen dedi bırak bu işi artık senden olsa olsa Nihat Doğan olur saçmalayıp durursun dedi.Eyvallah çektim sildim şiiri.Bunların tek suçlusu o kendini bilmez "şırfıntıcıklarım".Ben mi gözlerini açtım , onlar mı ben de gözlerini açtı çözemedim ama sonrasında baya bir açılan şey oldu tabi (ironi yapıyor çocuk ne ilginç!)...Hayde yazı nerden nereye geldi halbu ki çok masumhane başlamıştım edebiyat parçalıyordum azcık yukarda.Bununda tek suçlusu benim şu "pezevenk" tarafım.Yanlış anlaşılmasın pezevenk eski anlamıyla "arabulucu demek" bir de lisedeki edebiyat hocamın bana kullanmasıyla öğrendiğim uçarı delikanlı.Burdan ellerini öpüyorum Şahin hocamın tabi beni unutmadıysa adamın yüzünü görmeyeli neredeyse 6 yıl oldu.Maşallah toplu çıkarış yaptık bu yazı sayesinde herkezi andık herkeze sövdük.
   Geceye fısıldayayım dedim benim şu kahrolasıca iç sesim "manyak mısın oğlum sen" dedi bana.Sonrasında sizin gözleriniz ve dudak hareketlerinizin eşliğinde bu ne idü belirsiz yazı çıktı ortaya.Hala silmek için bir şansım var ama malesef iki elimde dolu e klavyeyi yalayamayacağıma göre ! bu seferlik maruz görün olur mu beni : ) 

Efenim , böylelikle pireler tellal iken , bir varken bir yokmuş iken , cümleler birbiri ardına hiçbir anlam bütünlüğü katmadan akıp gitmişler.Ben şimdi bir sigara daha yakıp şu dumanla odanın karanlığı arasındaki ilişkiyi biraz daha şehvetli hale getireyim :) 
Hepinize sağlık ve özgürlük diliyorum 
Rüzgarınız hiç eksilmesin...

not bu yazı aşı derecede ; dedim , ve , he bi de , gibi saçma sapan kelimeler içeriyor =)